Ve her zîruhun rızkı tayin ve tahsis edilip kaza ve kader levhasında yazıldığına hadsiz deliller var. Meselâ, koca bir ağacın ölmesi, onun bir nevi ruhu olan çekirdeğini onun yerinde vazife görmek için bırakması, bir Alîm-i Hafîzin hikmetli kanunuyla olması ve bir yavrunun rızkı olan süt memelerden gelmesi ve kan ve fışkı içinden çıkıp hiç bulaşmadan sâfi, temiz olarak ağzına akması, tesadüf ihtimalini kat’î bir surette red ve bir Rezzâk-ı Alîm-i Rahîmin şefkatli düsturuyla olduğunu gayet kat’î gösteriyor. Bu iki cüz’î misâle bütün zîhayat, zîruh kıyas edilsin.

Demek, hakikatte hem ecel muayyen ve mukadderdir, hem rızık herkese göre bir taayyun içinde mukadderat defterinde kayıt edilmiştir. Fakat, gayet mühim bir hikmet için hem ecel, hem rızık perde-i gaybda ve müphem ve gayr-ı muayyen ve zâhiren tesadüfe bağlı gibi görünüyor. Eğer ecel güneşin gurubu gibi muayyen olsaydı, yarı ömür gaflet-i mutlakada ve âhirete çalışmamakla zâyi olup, yarı ömürden sonra hergün ölüm darağacı tarafına bir ayak atmak gibi dehşetli bir korku alıp, eceldeki musibet yüz derece ziyadeleşmesi sırrıyla, başa gelen musibetler ve hattâ dünyanın eceli olan kıyamet perde-i gaybda merhameten bırakılmış. Rızık ise, hayattan sonra nimetlerin en büyük bir hazinesi ve şükür ve hamdin en zengin bir menbaı ve ubudiyet ve dua ve ricaların en cemiyetli bir madeni olmasından, suret-i zâhirede müphem ve tesadüfe bağlı gibi gösterilmiş. Tâ her vakit Rezzâk-ı Kerîmin dergâhına iltica ve rica ve yalvarmak ve hamd ve şükür şefaatiyle rızık istemek kapısı kapanmasın. Yoksa, muayyen olsaydı, mahiyeti bütün bütün değişecekti. Şâkirâne, minnettarâne ricalar, dualar, belki mütezellilâne ubudiyet kapıları kapanırdı.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Beşinci Şuâ / Sonraki Risale: Birinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
Alîm-i Hafîz : sonsuz ilmiyle herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah
cemiyet : kapsamlı topluluk
cüz’î : ferdî, küçük, az
dergâh : huzur, rahmet kapısı
düstur : kural, prensip
ecel : ölüm vakti
gaflet-i mutlaka : tam bir umursamazlık; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
gayet : çok
gayr-ı muayyen : bilinmeyen
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hamd : övgü ve şükür
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
iltica : sığınma
kader : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
kat’î : kesin
kaza : olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
mahiyet : asıl, esas, nitelik
masnu : san’at eseri varlık
menba : kaynak
merhamet : acıma, şefkat
minnettarâne : minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarak
misâl : örnek
muayyen : belirli, belirlenmiş
mukadder : Allah tarafından takdir olunmuş, belirlenmiş
mukadderat : Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar
musibet : belâ, felâket, sıkıntı
mühim : önemli
müphem : belirsiz
mütezellilâne : kendi kusur ve aczini bilerek
nevi : çeşit, tür
perde-i gayb : mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde
Rezzâk-ı Alîm-i Rahîm : sonsuz ilmiyle her şeyi hakkıyla bilen ve rızkını veren ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan Allah
Rezzâk-ı Kerîm : bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
sâfi : saf, duru, temiz
suret : biçim, şekil
suret-i zâhire : dış görünüş
şâkirâne : şükrederek
şefaat : af için aracılık
şefkat : acıma, merhamet
şükür : medih, övgü
taayyun : belirlenme
tesadüf : rastlantı
ubûdiyet : Allah’a kulluk
zâhiren : görünürde
zayi : ziyan, kayıp
zîhayat : canlı, hayat sahibi
zîruh : ruh sahibi
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...