Hem hiç mümkün müdür ki, on üç asrı ışıklandıran ve her saatte yüz milyon lisanlarda kemâl-i hürmetle gezen ve milyonlar hâfızların kalblerinde kudsiyetiyle yazılan ve nev-i beşerin keyfiyeten kısm-ı âzamını kanunlarıyla idare eden ve nefislerini ve ruhlarını ve kalblerini ve akıllarını terbiye ve tezkiye ve tasfiye ve talim eden ve Risale-i Nur’da kırk vech-i i’cazı ispat edilen ve kırk taife ve tabaka-i nâsa ve her tabakaya karşı bir nevi i’câzını gösterdiği kerametli ve harikalı On Dokuzuncu Mektupta beyan olunan ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm bin mu’cizatıyla onun bir mu’cizesi olarak hak kelâmullah olduğu kat’î ispat edilen Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, hiçbir cihette imkânı var mı ki, o Mütekellim-i Ezelî ve o Sâni-i Sermedînin kelâmı ve fermanı olmasın? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ!

Demek, iman-ı billâh, bütün hüccetleriyle, Kur’ân’ın kelâmullah olduğunu ispat ediyor.

Hem hiç mümkün müdür ki, zeminin yüzünü mütemadiyen zîhayatlarla doldurup boşaltan ve kendini tanıttırmak ve ibadet ve tesbihat ettirmek için bu dünyamızı zîşuurlarla şenlendiren bir Sultan-ı Zülcelâl, semâvâtı ve yıldızları boş ve hâli bıraksın; onlara münasip ahâliyi yaratıp, o semâvî saraylarda iskân etmesin ve saltanat-ı rububiyetini en büyük memleketinde hademesiz, haşmetsiz, memursuz, elçisiz, yâversiz, nâzırsız, seyircisiz, âbidsiz, raiyetsiz bıraksın? Hâşâ, melekler sayısınca hâşâ!
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Sekizinci Mes'elenin bir Hülâsası / Sonraki Risale: Onuncu Mes'ele
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âbid : Allah’a ibadet eden, kul
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
beyan : açıklama
cihet : şekil, yön
devâir-i saltanat : saltanat daireleri
ehemmiyetli : önemli
ferman : buyruk, emir
hademesiz : hizmetçisiz
hak : doğru, gerçek
hâli : boş, ıssız
hardal : çok küçük tohumları olan bir bitki
haşâ ve kellâ : asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hâşâ : asla, kesinlikle öyle değil
haşmet : büyüklük, ihtişam
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hüccet : kesin delil
iman-ı billâh : Allah’a iman
iskân etmek : yerleştirmek
kâinat : evren, yaratılan herşey
kat’î : kesin bir şekilde
kelâm : ifade, söz
kelâmullah : Allah’ın kelamı
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan
kuvve-i hafıza : hafıza duygusu, bellek
mu’cizât : mu’cizeler; Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü şeyler
muhafaza etmek : korumak
münasip : uygun
müteaddit : bir çok, çeşitli
Mütekellim-i Ezelî : ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen Allah
mütemadiyen : sürekli olarak
nâzırsız : gözlemcisiz
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
raiyet : halk
rububiyet : Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
saltanat-ı Rububiyet : Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni-i Sermedî : zaman üstü ve yüce olmakla beraber her şeyi san’atla yaratan Allah
semavat : gökler
semavî : göğe ait, gökteki
sergüzeşt-i hayat : hayat serüveni
Sultan-ı Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi, herşeyin sultanı olan Allah
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi, biyografi
tecellî : görünme, yansıma
tesbihat etmek : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmak
vazife-i hayat : hayat vazifesi, görevi
yâversiz : yardımcısız
zemin : yer
zîhayat : canlı, hayat sahibi
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
Yükleniyor...