Dördüncü bir faidesi ki, insanın hayat-ı içtimaiyesine bakıyor: Risale-i Nur’dan Dokuzuncu Şuâda beyan edilen o neticenin bir hülâsası şudur: Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylâz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı ve aklı o biçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der: “Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.

Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar, yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı tesellîyi, ancak ve ancak âhiret imanında bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa i kalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara meyusâne bir zindan ve hayat işkenceli bir azap olurdu. Fakat âhiret imanı onlara der: “Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zâyi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiş; mükâfatlarını göreceksiniz” diye, iman-ı âhiret onlara öyle bir tesellî ve inşirah verir ki; her birinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları meyus etmez.

Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. Bu mânânın dahi Risale-i Nur’da burhanlarıyla izahına iktifaen kısa kesiyoruz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yedinci Mes'ele / Sonraki Risale: Dokuzuncu Mesele
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret âlemi : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
cüretkâr : cesur, atılgan
dağdağa-i kalbî : kalp sıkıntısı, huzursuzluğu
ebedî : sonsuz, sonu olmayan
ehemmiyetli : önemli
ehl-i namus : namusuna düşkün olanlar
fenalık : kötülük
galeyan : coşup taşma, azgınlık
hafiye : gizli çalışan
hane : ev
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
haysiyet : şeref, onur, itibar
hevesat : heves ve arzular
hissiyat : duygular, hisler
ırz : şan ve şeref, nâmus
iktifaen : yetinerek
iman-ı âhiret : âhirete iman
imdad : yardım
inşirah : ferahlama, rahatlık, huzur
izah : açıklama
mağlûp : yenilen
mahpus : hapsedilmiş, mahkum
mahvetmek : yok etmek
melâike : melekler
mes’ut : mutlu
meyus : ümitsiz
meyusâne : ümitsizce
muhafaza etmek : korumak
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
musibetzede : felâkete uğrayan
mükâfat : ödül
nev-i beşer : insanlar, insan türü
nev-i insan : insanlar, insanlık
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
Padişah-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Padişah, Allah
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın rahmeti
rub’ : dörtte bir
saadet : mutluluk, huzur
şefkat : acıma, merhamet
tahattur etmek : hatıra getirmek
tecavüz etmek : saldırmak, sataşmak
teşkil etmek : yapmak, meydana getirmek
vaveylâ-i ruhî : ruhun feryadı
vazifedar : görevli
zayi : ziyan, kayıp
Yükleniyor...