Ben de cevaben dedim: Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun. Kat’iyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla, senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi, gelecek istikbal zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayan biçarelerin başları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elîm endişeler yağdırıyor. Senin sefihâne cüz’î lezzetini zîr ü zeber eder.

Eğer dalâleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkiki ve istikamet dairesine girsen, iman nuruyla göreceksin ki, o geçmiş zaman-ı mazi mâdum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil, belki mevcut ve istikbale inkılâp eden nuranî bir âlem ve bâki ruhların istikbaldeki saadet saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göre Cennetin bir nevi mânevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, belki iman gözüyle görünür ki, saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve’l-İkramın ziyafetleri kurulmuş ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat var diye iman sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre bâki âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir. Demek hakikî ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.

İmanın bu dünyada dahi verdiği binler faide ve neticelerinden yalnız birtek faide ve lezzetini, bu mezkûr bahsimiz münasebetiyle Gençlik Rehberinde bir hâşiye olarak yazılan bir temsil ile beyan edeceğiz. Şöyle ki: Meselâ, senin gayet sevdiğin birtek evlâdın sekeratta ölmek üzere iken ve meyusâne elîm ebedî firakını düşünürken, birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi. O sevimli ve güzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne kadar sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâkadarlık : ilgili olma
bahis : konu
bâki : devamlı, kalıcı
beyan etmek : açıklamak
biçare : çaresiz
cellad : infaz memuru, idama mahkûm olanları idam etmekle görevli kişi
cüz’î : az, küçük, ferdî
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dehşetli : korkunç, ürkütücü
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ecel : ölüm vakti
elem : üzüntü, acı
elîm : acı ve üzüntü veren, üzücü
firak : ayrılık
gayet : son derece
hadsiz : sayısız, sınırsız
Hakîm-i Lokman :
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
haysiyet : itibar, özellik
Hazret-i Hızır :
ihsan : bağış, ikram
iman-ı tahkîki : inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman
inkılâb etmek : dönüşmek
intizar salonu : bekleme salonu
istikamet : doğruluk, doğru yol
istikbal : gelecek
kerem : cömertlik, ikram, ihsan
mâdum : yok
mahbup : sevgili
mazi : geçmiş zaman
mevcut : var
meyusâne : ümitsizcesine
mezaristan : mezarlık
mezkûr : anılan, sözü geçen
münasebet : ilişki, bağlantı
müşahede etmek : görmek, gözlemlemek
mütemadiyen : sürekli olarak
nazar : bakış, dikkat
nevi : tür
nuranî : nurlu, aydınlık
Rahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve’l-İkram : kullarına karşı özel rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran haşmet ve ikram sahibi Allah
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
saadet : mutluluk
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sefahet : gayrı meşru zevk ve eğlence
sefihâne : yasak zevk ve eğlencelere düşkün bir şekilde
sekerat : can çekişme ânı
sevkiyat : göndermeler
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tiryak : derman, ilaç
vahşetgâh : vahşet yeri, ürkütücü yer
zaman-ı hazır : şimdiki zaman
zaman-ı mazi : geçmiş zaman
zir ü zeber etmek : darmadağın, alt üst etmek, yok etmek
Yükleniyor...