İşte, o çocuk gibi sevdiğin ve ciddi alâkadar olduğun milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanında, senin nazarında çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-i iman, Hakîm-i Lokman gibi, o büyük idamhâne tevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden bir ışık verdi. Onunla baştan başa bütün ölüler dirildiler. Ve “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz” lisan-ı hal ile dediklerinden aldığın hadsiz sevinçler ve ferahları iman bu dünyada dahi vermesiyle ispat eder ki, iman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur dedim.

O muannid döndü, dedi: “Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle geçirmek için sefahet ve eğlencelerle bu ince şeyleri düşünmeyerek yaşayacağız.”

Cevaben dedim: Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir. Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz’î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür.

Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur’ân’ı dinle, yüz derece hayvandan ziyade bu fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan, diyerek onu ilzam ettim.
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

cennet-i hususiye : özel cennet
cevaben : cevap olarak
cihet : şekil, yön
cüz’î : az, küçük, ferdî
ecnebî : yabancı
elem : acı, keder
elîm : acıklı, üzücü
fâni : geçici, ölümlü
firak : ayrılık
gayb : bilinmeyen ve görünmeyen âlem
gaybîlik : bilinmezlik
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakikat : doğru, gerçek
hakikat-i iman : iman gerçeği
Hakîm-i Lokman :
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hususan : bilhassa, özellikle
idamhâne : idam yeri
ilzam etmek : susturmak
istirahat : dinlenme
kemâlât : mükemellikler, kusursuzluklar
lisan-ı hâl : hal dili
mazi : geçmiş zaman
medar : sebep, vesile
mezaristan : mezarlık
muannid : inatçı, direnen
müstakbel : gelecek zaman
mütemerrid : inatçı, inançsızlıkta direnen
sâfi : saf, hâlis, temiz
seciye : üstün özellikler, güzel karakter
sefahet : gayrı meşru zevk ve eğlence
setretmek : örtmek
setr-i gayb : gaybı örtme, bilememe; ileriyi düşünüp görememe
şecere-i tûbâ : Cennetteki tûba ağacı
şefkat-i İlâhiye : Allah’ın şefkati
tecessüm etmek : cisimleşmek
teessüf : eseflenme, üzülme
tevehhüm etmek : sanmak, zannetmek
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...