Bazı emârelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız Nurun kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan mehdîlik dâvâsını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere deriz: Hâşâ! Sümme hâşâ! Hiç bir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlerini şahsiyetime bir makam-ı şan u şeref kazandırmaya âlet etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım ve yüz otuz Nur Risaleleri ve benimle tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler.

Evet, Nur şakirtleri biliyorlar ve mahkemelerde hüccetlerini göstermişim ki, şahsıma değil bir makam, şan u şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandırmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki-lüzum olsa—âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâki mertebeleri feda etmeyi, hattâ cehennemden bazı bîçareleri kurtarmaya vesile olmak için—lüzum olsa—Cenneti bırakıp Cehenneme girmeyi kabul ettiğimi hakikî kardeşlerim bildikleri gibi, mahkemelerde dahi bir cihette ispat ettiğim halde, beni bu ittihamla Nur ve iman hizmetime bir ihlâssızlık isnad etmekle ve Nurların kıymetlerini tenzil etmekle, milleti onun büyük hakikatlerinden mahrum etmektir.

Acaba bu bedbahtlar dünyayı ebedî ve herkesi kendileri gibi dini ve imanı dünyaya âlet ediyor tevehhümüyle dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevî hem -lüzum olsa- uhrevî hayatlarını feda eden ve mahkemelerde dâvâ ettiği gibi,..
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
bâki : devamlı olan, yok olmayan
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
bîçare : çaresiz, zavallı
binaen : –dayanarak, dolayı
cihet : yön, taraf
daima : sürekli
dünyevî : dünya ile ilgili
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyetsiz : önemsiz
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış kimseler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
emsalsiz : benzersiz, eşsiz
fâni : gelip geçici
fazilet : güzel ahlâk, üstünlük
fevkalâde : olağanüstü
had : yetki
hakikat : gerçek, asıl ve esas
hakikat-i imaniye : iman hakikatleri
hakikî : gerçek
hâlis : içten, samimi
himmet : ciddi gayret, yardım
hizmet-i imâniye : iman hizmeti
hususan : bilhassa, özellikle
hüccet : güçlü sarsılmaz delil
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
isnad : dayandırma
işmam eden : hissettiren
itikad eden : inanan
ittiham : suçlama
kanaat : görüş, fikir
kuvve-i imaniye : iman gücü; iman duygusu
mahrum : yoksun
makamat : makamlar, konuyla ilgili yerler
makam-ı şan u şeref : şan ve şeref makamı
mertebe : derece, makam
mukàbil : karşılık
münasebet : ilişki, bağlantı
nefs : kişinin kendisi
Nur Risaleleri : Risale-i Nur’un bölümleri
siyasî : siyasetle ilgili
şakirt : öğrenci, talebe
şan u şeref : şan ve şeref
şehadet : şahitlik, tanıklık
tahammül : katlanma, dayanma
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme
tenezzül etme : alçalma
tenzil : indirme
tercüman : yazılı ve sözlü metinleri başka bir dile çeviren
tevehhüm : zannetme, kuruntuya kapılma
uhrevî : ahirete ait
Yükleniyor...