Mahkemenin -hayretle- aleyhlerinde iken, aleyhimizde yazdığı bir fıkradır.
Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikatli bir düstur-u İlâhîyi üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rû-yi zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakz edecektir.
• • •
Mahkemenin taaccüp ve takdirle kararnamede yazdığı bir fıkra olup, güya aleyhimizdedir! Halbuki, onları mahkûm eder.
Yirmi Altıncı Mektupta Said Nursî kendisinden bahisle: Bu bîçare kardeşinizde üç şahsiyet var ki, birbirinden çok uzaktırlar.

Birincisi: Kur’ân-ı Hakîmin hazine-i âliyesinin dellâllığı cihetindeki muvakkat ve sırf Kur’ân’a ait bir şahsiyetim var. Onda dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o benim değil; ben sahibi değilim. O makamın ve vazifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu neviden ne görseniz, benim değil; onunla bana bakmayınız, o makamındır.

İkincisi: Ubûdiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhîye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla muvakkat bir şahsiyet görünüyor ki, o şahsiyetin bazı âsârı var. O âsâr, mânâ-yı ubûdiyetin esası olan kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîye iltica etmek noktalarından ileri geliyor ki, o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bedbaht, bîçare, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. O vakit bütün dünya beni medh ü senâ etse, beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz
acz : âcizlik, güçsüzlük
âsâr : eserler
bahis : konu
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
bîçare : çaresiz, zavallı
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : şekil, yön
dellâllık : ilâncılık, rehberlik
dergâh-ı İlâhiye : İlâhî rahmet kapısı
düstur-u İlâhî : İlâhî prensip, kaide
ecdad : atalar, cedler
esas : asıl
fakr : ihtiyaç, fakirlik
fıkra : kısım, bölüm
güya : sanki
hakikat : gerçek, doğru
hakikî : asıl, gerçek
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
hazine-i âliye : yüce hazine
ihsan : bağış, ikram, lütuf
iktidaen : uyarak
iktiza : gerektirme
iltica : sığınma
istinaden : dayanarak
itikad : inanç
ittifak : birleşme, oy birliği
kararname : suçlama veya aklamaya dair resmi yazı
kudsî : kutsal, mukaddes
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mahkûm : hükümlü, tutuklu
mânâ-yı ubûdiyet : kulluğun asıl mânâsı
medh ü senâ : övme ve yüceltme
muvakkat : gelip geçici
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nakzetmek : bozmak, çürütmek
nevi : çeşit, tür
red : geri döndürme, kabul etmeme
rû-yi zemin : yeryüzü
sahib-i kemâl : olgunluk ve fazilet sahibi kimse
seciye : huy, karakter
taaccüb : hayret etme, şaşkınlık
takdir : belirleme, değer biçme
tasdik : doğrulama, onaylama
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tezellül : alçalma, kendini alçak tutma
ubûdiyet : Allah’a kulluk
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...