Birinci hikâye: İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârâne, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakikat şudur:

Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsimle musalâha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.

Eğer o adamın tahkiratı, benim imana ve Kur’ân’a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil. O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kur’ân‘a havale ediyorum. O Azîzdir, Hakîmdir.

Eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev’inden ise, o da bana ait değil. Ben menfi ve esir ve garip ve elim bağlı olduğundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalışmak bana düşmez. Belki misafir olduğum ve bana nezaret eden şu köye, sonra kazaya, sonra vilâyete hükmedenlere aittir. Bir insanın elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder.

Madem hakikat budur. Kalbim istirahat etti,

1 وَاُفَوِّضُ اَمْرِۤى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَصِيرٌ باِلْعِبَادِ dedim. O vakıayı olmamış gibi saydım, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaşıldı ki, Kur’ân onu helâl etmemiş.

İkinci hikâye: Şu senede işittim ki, bir hâdise olmuş. O hâdisenin vukuundan sonra, yalnız icmâlen vukuunu işittiğim halde, o vakıa ile ciddî alâkadarmışım gibi bir muamele gördüm. Zaten muhabere etmiyordum; etsem de, pek nadir olarak bir mesele-i imaniyeyi bir dostuma yazardım. Hattâ dört senede kardeşime bir tek mektup yazdım.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Muhakkak ki Allah kullarını hakkıyla görür.” Mü’min Sûresi, 40:44.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâkadar : alâkalı, ilgili
Azîz : izzet, şeref ve haysiyet sahibi Allah
beyan : açıklama
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
hakikat : gerçek, esas
Hakîm : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
haysiyet : itibar, şeref
hizmetkârlık : hizmetçilik
icmâlen : kısaca, özetle
ihtilât : karışıp görüşme, insanlarla bir arada bulunma
istihdam : çalıştırma
istirahat etme : rahatlama, dinlenme
izale etme : giderme
maatteessüf : ne yazık ki
men etme : yasaklama
menfi : sürgün edilmiş
mesele-i imaniye : imana dair mesele
muamele : davranış
muhabere : haberleşme
musalâha etmek : barışmak
müdafaa : savunma
müteessir : etkilenme, üzülme
nefis : kişinin kendisi; insanı zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nev’i : tür, çeşit
nezaret etme : gözaltında tutma
rahmet : şefkat, merhamet
riya : gösteriş
Sahib-i Kur’ân : Kur’ân’ın sahibi olan Allah
sevk etmek : yöneltmek
şöhret-i kâzibe : yalancı şöhret
tahkir : hakaret etme, aşağılama
tahkirat : hakaretler, aşağılamalar
vakıa : olay
vilâyet : il
vuku : meydana gelme
Yükleniyor...