İşte birisi: Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş. Ne miktar kifayet edecek, bilmiyorum. HAŞİYE

İkincisi: Şu mübarek Ramazan’da, yalnız iki haneden bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün Ramazan’da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, on beş gün Ramazan’dan sonra bitmiştir.

Üçüncüsü: Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: “Git, ekmek getir.” İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum” dedi. Ben de dedim: “ 1 تَوَكَّلْنَا عَلَى اللّٰهِ ; kal.”

Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.”

O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.”

O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.

Dördüncüsü: Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Bir sene devam etti.
1 : Allah’a tevekkül ettik.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bereket : Allah’tan gelen bolluk, nimet
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
hane : ev
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hayvânât-ı vahşiye : vahşî hayvanlar
ibrik : su testisi
ihbar : haber verme
iktisat : tutumluluk
kâfi : yeterli
kıyye : okka, 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü
kifayet : yeterli olma
kile : 36,5 kg’a denk gelen bir ölçü birimi
memnû : men edilmiş, yasaklanmış
mübarek : bereketli, hayırlı
münasebet : ilişki, bağlantı
müstakim : istikametli, dosdoğru
mütebâki : geri kalan kısım
müteessifâne : eseflenerek, üzülerek
pabuç : ayakkabı
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın rahmeti, şefkat ve ihsanı
rızık : Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
sadık : doğru, dürüst
sâfi-kalb : saf, temiz kalpli
sako : pardösü
sıddık : çok doğru, çok bağlı
şehadet : şahitlik, tanıklık
Yükleniyor...