Hattâ Denizli hapsindeki zâtların az bir zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zâtlar demişler ki: “Terbiye için on beş sene hapse atmaktansa, on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.”

Madem ölüm ölmüyor ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir. Ve madem kabir kapanmıyor; kàfile kàfile arkasından gelenler oraya girip kayboluyorlar. Ve madem bu hayat-ı dünyeviye gayet sür’atle gidiyor. Ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiğini, hakikat-i Kur’âniye ile Risale-i Nur güneş gibi göstermiş, ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkında gözle göründüğü gibi bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mevcudattan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiçbir şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükredip hapis müddetinden tam istifade ederek, Nurlar dersini alarak, istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hizmete çalışır.

Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur, hayatın lezzetini kaçırır.

Ey hapis musibetine düşen bîçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı. Çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın. Hapisten istifade ediniz. Nasıl bazen ağır şerait altında, düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Öyle de, sizin ağır şerait altında herbir saat ibadet zahmeti, çok saatler olup o zahmetleri rahmetlere çevirir.
• • •
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
aynelyakîn : gözle görür derecesinde kesin bilgi sahibi olma
aziz : izzetli, şerefli, çok değerli
bahtiyar : talihli, mutlu
bîçare : çaresiz, zavallı
ecel : ölüm vakti
ehl-i dalâlet ve sefahet : doğru ve hak yoldan sapan, sapık kimseler ve zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
elem : acı, keder, sıkıntı
firâk-ı lâyezâlî : sonu olmayan ayrılık
hâdise : olay
hakikat : doğru gerçek
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati
hakikî : asıl, gerçek
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hüccet : güçlü delil
ıslah etme : düzeltme, iyileştirme
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
istifade : faydalanma, yararlanma
istikamet : doğruluk, doğru yolda olma
kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kàfile : grup, topluluk
kedersiz : sıkıntısız, üzüntüsüz
mahbubât : sevilenler, sevgililer
medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
mevcudat : varlıklar
musibet : belâ, dert, felâket
müptelâ : bağımlı
rahmet : şefkat, merhamet, ihsan
saadet : mutluluk
sabır : acıya ve zorluğa katlanma
sevk etme : gönderme
sıddık : çok doğru ve bağlı
şerâit : şartlar
şükretme : Allah’ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk gösterme; Allah’a teşekkür etme
tâziye : tesellî
tebrik : mübârek kılma, kutlama
tecrübe : deneme
terhis tezkeresi : görevin sona erdiğini gösteren belge
ziyade : çok
Yükleniyor...