Kur’ân ve İslâmiyet aleyhindeki dehşetli ve kahhar tecavüzleriyle bu kahraman İslâm milletinin evlâtlarını dinsizliğe teşvik edip milyonlarla insanların bağlandığı kudsî ve İlâhî İslâmiyet esaslarını yıkmaya ve o milyonlarla insanların ebedî saadetlerini mahvetmeye çalışanları “gizli Süfyan komitesinin yıkıcılığı ve eziciliği” diye vasıflandırarak onlara ve onların bu alçak ve kahhar ve zâlimâne tahriplerini ve yıkıcılıklarını alkışlayan divanelere binler teessüf ve nefretlerle yazıklar olsun demesi ve imanında şüpheye düşmüş eski ders arkadaşlarına, “Gelin, hepimiz bu hevâî ve nefsî arzulardan vazgeçelim, hakaik-i Kur’âniyenin önünde diz çökelim ve bu asrın rehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım. Aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip, Bediüzzaman Said Nursî’nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim, zulmetten Nura dönelim” diye hitap etmesi, acaba imanından aldığı sevinç ve Kur’ân ve İslâmiyet sevgisinden ve bağlılığından ve milletini pek çok sevip herkesin tahkikî imanı kazanarak sonsuz bir saadete nail olmalarını arzu etmesinden değil midir?

Acaba Allah’a intisap edip İslâmiyetin en âlî bir din ve fazilet ve saadet müjdecisi olduğunu ilân etmek bir cürüm müdür? Kur’ân ve İslâmiyet aleyhinde her taraftan yıkıcı ve kahhar taarruzların başladığı ve Hazret-i Kur’ân’a ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma iftiralarla o zâtın çok âlî ve çok kudsî kıymet ve varlıkları çürütülmek istenildiği, buna mukàbil dinsizliği ve ilhadı ve ahlâksızlığı telkin eden kitapların ve Allah’a âsi ve İslâmiyete hücum eden fâni ve kıymetsiz bedbahtların saygılarla anıldığı ve bid’akâr ve gayr-ı meşru hallerinin alkışlandığı bir zamanda, Hazret-i Kur’ân ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın yüceliklerini, hakkaniyet ve kudsiyetlerini, hem Allah’ın varlığını ve bu kâinat bütün mevcudatıyla ve bütün âzâ ve cihazatıyla Hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine şehadet ettiğini ve...
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âli : yüksek, yüce
asır : yüzyıl
âsi : isyan eden, başkaldıran
âyinedar : aynalık görevi yapma
âzâ : azalar, organlar
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
bid’akâr : aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan zararlı şeyleri dine mal etmeye çalışan
cihazat : cihazlar, âletler
cihet : yön, taraf
cürüm : suç
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
divane : akılsız, deli
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
fâni : gelip geçici
fazilet : güzel ahlâk, erdem
gayr-ı meşru : helâl olmayan, dine aykırı
hakaik-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikatleri, gerçekleri
hakikat : doğru gerçek
hakkaniyet : doğruluk, gerçekçilik
hâl : durum
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hevâî : nefsine boyun eğen, nefsinin zaafları doğrultusunda hareket eden
hücum eden : saldıran
iftira : yalan yere birisini suçlu göstermek, birisine suç atmak
ilhad : dinsizlik, inkâr
intisap : bağlanma
kahhar : kahredici
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kudsî : kutsal, mukaddes
kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
mahlukât : yaratılmışlar
mahvetme : yok etme
medrese : ders görülen, ders okutulan yer
mevcudat : varlıklar
mukàbil : karşılık
nail olma : erişme
nefsî : nefsin isteklerine yönelik
nevi : çeşit, tür
rehber-i saadet : mutluluk rehberi
saadet : mutluluk
sefil : alçak
şehadet : şahitlik, tanıklık
taarruz : saldırı
tahkikî : araştırarak ve kesin delillere dayanarak
tahrip : bozma, yok etme
teessüf : üzülme, hayıflanma
telkin eden : fikrini kabul ettirmeye çalışan, aşılayan
ubûdiyet : Allah’a kulluk
vahdâniyet : Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
vasıf : özellik, nitelik
vücub-u vücud : Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
zâlimâne : zâlimce
ziyade : çok, fazla
zulmet : karanlık
Yükleniyor...