Elbette diyebiliriz ki, bu fıkranın akabinde
باٰجٍ اَهُوجٍ جَلْمَهُوجٍ جَلاَلَةٍ - جَلِيلٍ جَلْجَلَيُّوتٍ جَمَاهٍ تَمَهْرَجَتْ
بِتَعْدَادٍ اَبْرُومٍ وَسِمْرَازٍ اَبْرَمٍ - وَبَهْرَةِ تِبْرِيزٍ وَاُمٍّ تَبَرَّكَتْ
fıkrasıyla Risale-i Nur’un bidayette On İki Söz namında iştihar ve intişar eden on iki küçük risalelerine 1 اَقِدْ كَوْكَبِى karinesiyle, bu fıkradaki on iki Süryanî kelimeler onlara birer işarettir. Gerçi elimde bulunan Celcelûtiye nüshası en sahih ve en mutemeddir. İmam-ı Gazâli (r.a.) gibi çok imamlar Celcelûtiye’yi şerh etmişler. Fakat bu Süryanî kelimelerinin mânâsını tam bilmediğimden ve nüshalarda ihtilâf bulunduğundan, herbirisinin vech-i işaretini ve münasebetini şimdilik bilmediğimden bırakıyorum.

Elhasıl: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bir defa اَقِدْ كَوْكَبِى fıkrasıyla âhirzamanda Risale-i Nur’u dua ile Allah’tan niyaz eder, ister ve bidayette on iki risaleden ibaret bulunduğundan, yalnız on iki risalesine işaret ediyor. İkinci defada 2 تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasıyla daha sarîh bir surette Risale-i Nur’u medh ü senâ ile göstererek, tekemmülüne işareten, umum Sözleri ve Mektupları ve Lem’aları remzen haber verir. Hem On İki Söz namıyla çok intişar eden o küçücük risaleler bu fıkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve sureten benzedikleri gibi, “bedi” mânâsında olan Celcelûtiye kelimesine mutabık olarak, herbiri gayet bedi’ bir tarzda, güzel bir temsille, büyük ve derin bir hakikat-i Kur’âniyeyi tefsir ve ispat eder.

Eğer bir muannid tarafından denilse, “Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) bu umum mecazî mânâları irade etmemiş.” Biz de deriz ki: Faraza Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) irade etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin kuvvetiyle işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil eder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Yıldızımı parlat.
2 : Siracü’n-Nur (nur kandili) yanıp parlıyor.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Birinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
bedî : güzel, benzersiz
bidayet : başlangıç
delâlet : delil olma, işaret etme
elhasıl : kısaca, özetle
faraza : varsayalım ki
fıkra : bölüm, kısım
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân hakikati
ihtilâf : uyuşmazlık
intişar eden : yayılan
irade etme : kast etmek
işârî : işaret edilen
iştihar eden : meşhur olan
karine : delil, ipucu
kelâm : ifade, söz
mecazî : gerçek anlamı dışında başka bir mânâda kullanılan
medh ü senâ : övme ve yüceltme
muannid : inatçı, inanmamakta direnen
mutabık : uygun
mutemed : güvenilir
münasebet : bağlantı, ilişki
nam : adı
niyaz : dua, yakarış
nüsha : kopya, nümune
remzen : işaret ederek
risale : mektup; Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisi
sahih : doğru
sarih : açık
suret : biçim, görünüş
sureten : şekil olarak
şerh etmek : izah etmek, açıklamak
tefsir : açıklama, yorum
tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma
temsil : kıyaslama tarzında benzetme
umum : bütün
vech-i işaret : işaret yönü
zımnî : gizli, örtülü
Yükleniyor...