Mesela, misâlimizde olduğu gibi, biri dese “Gökte ay vardır.” Diğer arkadaşı parmağını oraya basar, ikisi birleşip kuvvetleşirler. Nefiy ve inkârda ise, nefsülemre bakmaz ve bakamaz. Çünkü, “Hususi olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefiy ispat edilmez” meşhur bir düsturdur. Meselâ, birşeyi dünyada var diye ben ispat etsem, sen de “Dünyada yok” desen, benim bir işaretimle kolayca ispat edilebilen o şeyin, sen nefyini, yani ademini ispat etmek için, bütün dünyayı aramak ve taramak ve göstermek belki geçmiş zamanların her tarafını dahi görmek lâzım geliyor. Sonra “Yoktur, vuku bulmamıştır” diyebilirsin.

Madem nefiy ve inkâr edenler nefsülemre bakmazlar; belki kendi nefislerine ve akıllarına ve gözlerine bakıp hükmediyorlar. Elbette birbirine kuvvet veremezler ve zahîr olmazlar. Çünkü, görmeye ve bilmeye mâni olan perdeler, sebepler ayrı ayrıdırlar. Herkes “Ben görmüyorum, benim yanımda ve itikadımda yoktur” diyebilir. Yoksa “Vâkide yoktur” diyemez. Eğer dese -hususan umum kâinata bakan iman meselelerinde- dünya kadar büyük bir yalan olur ki, doğru diyemez ve doğrultulmaz.

Elhasıl: İspatta netice birdir, vâhiddir; tesanüd olur. Nefiyde ise bir değildir, müteaddittir. Ya “yanımda ve nazarımda” veya “itikadımda” gibi kayıtların herkese göre taaddüdüyle neticeler dahi taaddüt eder; daha tesanüd olmaz.

İşte bu hakikat noktasında, imana karşı gelen kâfirlerin ve münkirlerin kesretinin ve zâhiren çokluğunun kıymeti yoktur. Ve mü’minin yakînine ve imanına hiç tereddüt vermemek lâzımken, bu asırda Avrupa feylesoflarının nefiy ve inkârları, bir kısım bedbaht meftunlarına tereddüt verip yakînlerini izale ve saadet-i ebediyelerini mahvetmiş. Ve insandan her günde otuz bin adama isabet eden ölümü, mevt ve eceli bir terhis mânâsından çıkarıp idam-ı ebedî sûretine çevirmiş. Kapısı kapanmayan kabir, daima idamını o münkire ihtar etmekle lezzetli hayatını elîm elemlerle zehirliyor. İşte, iman ne kadar büyük bir nimet ve hayatın hayatı olduğunu anla!

İkinci mesele: Bir fennin veya bir san’atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes’elesinde, o fennin ve o san’atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san’atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ulemasına dahil sayılmazlar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem : yokluk
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
düstur : kural, prensip
ecel : ölüm vakti
elem : acı, keder, sıkıntı
elhasıl : özetle, kısaca
elîm : elemli, acılı
fen : bilim
feylesof : filozof, felsefeci
hakikat : doğru gerçek
hususan : özellikle
hususi : özel
hüccet : güçlü delil, sarsılmaz kanıt
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yokoluş
ihtar etmek : hatırlatmak
itikad : inanma
izale : giderme
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kesret : çokluk
mâni olmak : engel olmak
medar-ı münakaşa : tartışma sebebi
meftun : düşkün, tutkun
mevt : ölüm
münkir : inanmayan, inkar eden
müteaddit : birçok, çeşitli
nazar : bakış, düşünce
nefis : kişinin kendisi
nefiy : inkâr etme
nefsülemir : işin kendisi, aslı
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
san’atkâr : sanatçı, san’atta uzman
sûret : biçim, şekil
taaddüt : birden fazla olma, çoğalma
tereddüt : şüphe
terhis : göreve son verme
tesanüd : dayanışma
umum : bütün, genel
vâhid : bir
vaki : olmuş, mevcut
vuku bulma : meydana gelme
yakîn : kesin ve doğru bilgi
zahîr olma : destekçi, yardımcı olma
zâhiren : görünürde
Yükleniyor...