Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acâip olan feza, gürültüyle konuşarak bağırıyor: “Bana bak, merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin” der. O misafir, onun ekşi, fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş, fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki:

Zemin ile âsumân ortasında muallâkta durdurulan bulut, gayet hakîmâne ve rahîmâne bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti, yani yaşamak ateşinin şiddetini tâdil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi, birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahate çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra, “Yağmur başına arş!” emrini aldığı anda, bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.

Sonra o yolcu, cevvdeki rüzgâra bakar, görür ki:

Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmâne ve kerîmâne istihdam olunur ki, güya o câmid havanın şuursuz zerrelerinden herbir zerresi, bu Kâinat Sultanından gelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmayarak, o kumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir bir vaziyetle, zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek ve zîhayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkîhine vasıta olmak gibi çok küllî vazifelerde ve hizmetlerde, bir dest-i gaybî tarafından gayet şuurkârâne ve alîmâne ve hayatperverâne istihdam olunuyor.

Sonra yağmura bakıyor, görür ki: O lâtif ve berrak ve tatlı ve hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilen katrelerde o kadar Rahmânî hediyeler ve vazifeler var ki, güya rahmet tecessüm ederek katreler sûretinde hazine-i Rabbâniyeden akıyor mânâsında olduğundan, yağmura “rahmet” namı verilmiştir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı hayat : hayat suyu
alîmâne : herşeyi çok iyi bilerek
arş : “haydi, ileri!”
âsuman : gökyüzü, gökkubbe
câmid : cansız, katı
cevv : hava, gök boşluğu
cevv-i sema : gökyüzü, uzay
dest-i gaybî : görünmeyen el
ecza : kısımlar, parçalar
feza : uzay
gaybî : bilinmeyen, gayb âlemine ait
gayet : son derece
hakîmâne : hikmetle, bir maksat ve gayeye yönelik bir şekilde
hararet : ısı, sıcaklık
hayatperverâne : hayatı besler tarzda
hazine-i Rabbâniye : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah’ın hazinesi
hazine-i rahmet : Allah’ın rahmet hazinesi
imdat : yardım
intizam : disiplin, düzen
istihdam etmek : çalıştırmak
Kâinat Sultanı : evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve Sultanı Allah
katre : damla
kerîmâne : lütufkâr ve cömert bir şekilde
küllî : büyük, kapsamlı
lâtif : güzel, hoş
mahşer-i acaip : hayret uyandırıcı olayların toplandığı yer
muallâk : asılı, boşta
muntazam : düzenli, intizamlı
nebatat : bitkiler
rahîmâne : merhametli bir şekilde
Rahmânî : rahmeti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
sûret : biçim, şekil
şuurkârâne : şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak
şuursuz : bilinçsiz, idraksiz
tâdil etmek : düzenlemek, dengeye getirmek
tecessüm etmek : cisimleşmek, maddi yapıya bürünmek
telkîh : aşılama, döllendirme
zemin : yer, dünya
zerre : atom
zîhayat : canlı, hayat sahibi
ziya : ışık
Yükleniyor...