Sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden o yolcu, “Acaba âlem-i gayb ne diyor?” diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikirle çaldı.

Yani, “Madem bu cismânî âlem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve san’atlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir Zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve her halde, fiilen ve halen olduğu gibi, kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyle ise, âlem-i gayb cihetinde Onu, Onun tezahüratından bilmeliyiz” dedi. Kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki:

Gayet kuvvetli bir tezahüratla, vahiylerin hakikati, âlem-i gaybın her tarafında, her zamanda hükmediyor. Kâinatın ve mahlûkatın şehadetlerinden çok kuvvetli bir şehadet-i vücud ve tevhid, Allâmü’l-Guyûbdan vahiy ve ilham hakikatleriyle geliyor. Kendini ve vücud ve vahdetini, yalnız masnularının şehadetlerine bırakmıyor. Kendisi, kendine lâyık bir kelâm-ı ezelî ile konuşuyor. Her yerde ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırın kelâmı dahi hadsizdir. Ve kelâmının mânâsı Onu bildirdiği gibi, tekellümü dahi Onu sıfâtıyla bildiriyor.

Evet, yüz bin peygamberlerin (aleyhimüsselâm) tevatürleriyle ve ihbaratlarının vahy-i İlâhîye mazhariyet noktasında ittifaklarıyla ve nev-i beşerden ekseriyet-i mutlakanın tasdik-gerdesi ve rehberi ve muktedası ve vahyin semereleri ve vahy-i meşhud olan kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semâviyenin delâil ve mu’cizatlarıyla, hakikat-i vahyin tahakkuku ve sübutu bedahet derecesine geldiğini bildi ve vahyin hakikatı beş hakikat-ı kudsiyeyi ifade ve ifaza ediyor diye anladı:..
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i gayb : gayb âlemi, görünmeyen âlem
âlem-i şehadet : görünen âlem, dünya
aleyhimüsselâm : Allah’ın selâmı onların üzerine olsun
Allâmü’l-Guyûb : gayb âlemini ve bütün gizlilikleri çok iyi bilen Allah
bedâheten : ap açık bir şekilde
bilbedâhe : ap açık bir şekilde
cihet : şekil, yön
cismanî : maddi vücuda sahip
delâil : deliller, işaretler
ekseriyet-i mutlaka : büyük çoğunluk
gayet : son derece
hadsiz : sınırsız
hakikat : doğru, gerçek
hakikat-ı kudsiye : kutsal gerçek
hakikat-i vahy : vahyin gerçekliği
ifaza etmek : feyizlendirmek, okutmak
ihbarat : haber vermeler
ilham : Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
ittifak : birleşme, birlik
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kavil : söz, kelâm
kavlen : sözle
kelâm : ifade, söz
kelâm-ı ezelî : ezelî, zaman üstü söz
kemâlât : mükemmellikler, kusursuzluklar
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kütüb-ü mukaddese : kutsal kitaplar—Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerim
mahlûkat : yaratılmışlar
masnu : san’at eseri varlık
mazhariyet : nail olma, ayna olma
mu’cize : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mukteda : iktida edilen, uyulan
nâzır : bakan, gözeten
nev-i beşer : insanlar, insanlık
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
perde-i gayb : görünmeyen âlemleri bizden gizleyen perde
semere : meyve, netice
suhuf-u semâviye : bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplar
sübut : sabit olma, kesin olarak meydana çıkma
şehadet : şahitlik, tanıklık
şehadet-i vücud : Allah’ın varlığına şahitlik
tahakkuk : gerçekleşme
tasdik-gerde : kabul edilmiş, tasdik edilmiş
tekellüm : konuşma
tevatür : güvenilir insanların birbirlerine anlatarak getirdikleri kesin haber
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tezâhürât : görünmeler, belirmeler
vahdet : birlik
vahiy/vahy-i İlâhî : Cenâb-ı Hakkın Cebrâil vasıtasıyla peygamberlere göndermiş olduğu bilgiler, emir ve yasaklar
vahy-i meşhud : görülen, şahit olunan vahiy
vücud : varlık, var oluş
zâhir : açık, âşikar
ziynetli : süslü
Yükleniyor...