Demek, hakikate mukàbil ve vâsıl ve mütemessil bu küçücük birer arş-ı marifet-i Rabbâniye ve bu câmi’ birer âyine-i Samedâniye olan nuranî kalbler, şems-i hakikate karşı açılan pencerelerdir; ve umumu birden, güneşe âyinedarlık eden bir deniz gibi, bir âyine-i âzamdır. Bunların vücub-u vücudda ve vahdette ittifakları ve icmâları, hiç şaşırmaz ve şaşırtmaz bir rehber-i ekmel ve bir mürşid-i ekberdir. Çünkü, hiçbir cihetle hiçbir imkân ve hiçbir ihtimal yok ki, hakikatten başka bir vehim ve hakikatsız bir fikir ve asılsız bir sıfat, bu kadar müstemirrâne ve râsihâne bu pek büyük ve keskin gözlerin umumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğratsın. Buna ihtimal veren bozulmuş ve çürümüş bir akla, bu kâinatı inkâr eden ahmak sofestâîler dahi razı olmazlar, reddederler diye anladı. Kendi akıl ve kalbiyle beraber “Âmentü billâh” dediler.

İşte, bu yolcunun müstakîm akıllardan ve münevver kalblerden istifade ettiği mârifet-i imaniyeye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On İkinci ve On Üçüncü Mertebelerinde,

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ: اِجْمَاعُ الْعُقُولِ الْمُسْتَقِيمَةِ الْمُنَوَّرَةِ، بِاِعْتِقَادَاتِهَا الْمُتَوَافِقَةِ وَبِقَنَاعَاتِهَا، وَيَقِينَاتِهَا الْمُتَطَابِقَةِ، مَعَ تَخَالُفِ اْلاِسْتِعْدَادَاتِ وَالْمَذَاهِبِ، وَكَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْقُلُوبِ السَّلِيمَةِ النُّورَانِيَّةِ، بِكَشْفِيَاتِهَا الْمُتَطَابِقَةِ وَبِمُشَاهَدَاتِهَا الْمُتَوَافِقَةِ مَعَ تَبَايُنِ الْمَسَالِكِ وَالْمَشَارِبِ 1

denilmiş.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, istidat ve mezheplerinin farklılığıyla beraber bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin birbirine tetabuk eden kanaat ve yakînleri, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, birbirine mütebayin meslek ve meşreplerine rağmen bütün selim ve nuranî kalb sahiplerinin birbirine tetabuk eden keşifleri ve birbirine tevafuk eden müşahedeleri de, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i gayb : gayb âlemi, görünmeyen âlem
Âmentü billâh : “Allah’a iman ettim”
arş-ı marifet-i Rabbâniye : Rabbimizi tanıtan bilgi arşı, tahtı
âyinedarlık : ayna olma, aynalık
âyine-i âzam : en büyük ayna
âyine-i Samedâniye : hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın eserlerini gösteren ayna
câmi’ : kapsamlı, içine alan
cihet : şekil, yön
galat-ı his : duygu yanılması
hakikat : doğru gerçek
hakikatsız : gerçek olmayan
icmâ : fikir birliği
istifade etmek : faydalanmak, yararlanmak
ittifak : birleşme, birlik
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
mârifet-i imaniye : imanî bilgi
münevver : aydın, nurlanmış
mürşid-i ekber : en büyük mürşid, doğru yolu gösteren
müstakim : istikametli, dosdoğru
müstemirrâne : devamlı olarak
nuranî kalbler : iman nuruyla aydınlanmış kalbler
râsihâne : sağlam ve köklü bir şekilde
rehber-i ekmel : en mükemmel rehber, kılavuz
sofestâî : Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hatta kendini dahi inkar edenler
şems-i hakikat : hakikat güneşi
umum : bütün, genel
vehim : kuruntu, varsayım
vücub-u vahdet : Allah’ın birliğinin zorunlu oluşu
vücub-u vücud : Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
mukàbil : karşılık
mütemessil : içinde yansıyan, rengiyle renklenen
vâsıl : ulaşan, kavuşan
Yükleniyor...