Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât (a.s.m.) olacak.

Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr dokuz hakikatler bu zâtın sıdkına şehadet ederler. Elbette bu âdem, benî Âdemin medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve “Şeref-i Benî Âdem” denilmesi pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı Rahmânî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın haşmet-i saltanat-ı mâneviyesinin nısf-ı arzı istilâsı ve şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zât budur; Hâlıkımız hakkında en mühim söz onundur.

İşte gel, bak! Bu harika zâtın yüzer zâhir ve bâhir kat’î mu’cizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler ali ve esaslı hakikatlerine istinaden, bütün dâvâlarının esası ve bütün hayatının gayesi, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfâtına ve esmâsına delâlet ve şehadet ve o Vâcibü’l-Vücudu ispat ve ilân ve i’lâm etmektir.

Demek bu kâinatın mânevî güneşi ve Hâlıkımızın en parlak bir burhanı, bu Habibullah denilen zâttır ki, onun şehadetini teyid ve tasdik ve imza eden aldanmaz ve aldatmaz üç büyük icmâ var.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abd : kul
âdem : insan
âli : yüce, yüksek
bâhir : açık, âşikar
benî Âdem : insanoğlu
burhan : güçlü delil, kanıt
delâlet : delil olma, işaret etme
esmâ : Allah’ın isimleri
Fahr-i Âlem : bütün varlık âleminin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.)
ferman-ı Rahmân : Rahmân olan Allah’ın buyruğu
ğaybî : görünmeyen
Habibullah : Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
hakikat : doğru, gerçek
hakkaniyet : doğruluk, gerçekçilik
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
halletmek : çözmek, deşifre etmek
haslet : huy, özellik, karakter
haşmet-i saltanat-ı mâneviye : mânevî hükümranlığının azameti, büyüklüğü
hilkat-i kâinat : kâinatın, evrenin yaratılışı
i’lâm etmek : bildirme, duyurma
icmâ : fikir birliği
istilâ : işgal, kaplama
istimdat etmek : yardım dilemek
istinaden : dayanarak
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’i : kesin
kemâlât : mükemmellikler, kusursuzluklar
keşfetmek : gizli bir şeyi açığa çıkarmak
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
mahlûk : yaratık
maksat : amaç, gaye
mazhar : erişme, nail olma
medar-ı iftihar : iftihar vesilesi, övünme sebebi
medar-ı şeref : şeref sebebi, kaynağı
mezkûr : adı geçen
mu’cize : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şeyler
muammâ : anlaşılması zor sır, gizem
Muhammed-i Kureyşî : Kureyş kabilesine mensup olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
muvaffakiyet : başarı
nam : ad
nısf-ı arz : yeryüzünün yarısı
perde-i gayb : görünmeyen perde
sıdk : doğruluk
şehadet : şahitlik, tanıklık
şeref-i benî Âdem : Âdem oğullarının şerefi; insanoğlunun şeref kaynağı
tasdik : doğrulama, onaylama
tevfik : yardım
teyid : destekleme, kuvvetlendirme
tılsım : sır, gizem
Vâcibü’l-Vücud : varlığı mutlaka gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
vahdet : birlik
vücud : varlık, var oluş
yakîn : kuşku ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilme, görür gibi inanma
zâhir : açık, görünen
ziyadeleşmek : artmak, çoğalmak
Yükleniyor...