Ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırsı tahrik eden iktidar ve ihtiyar ve zekâvet, bir kısım büyük ediplerde o edipleri bir nevi dilenciliğe kadar sevk ettiği gibi, zekâvetsiz, kaba, çok âmî adamların tevekkülvâri iktidarsızlıkları dahi onları zenginliğe îsal etmesi ve

كَمْ عَالِمٍ عَالِمٍ أَعْيَتْ مَذَاهِبُهُ وَجَاهِلٍ جَاهِلٍ تَلْقَاهُ مَرْزُوقًا 1

darb-ı mesel olması ispat eder ki, rızk-ı helâl iktidar ve ihtiyar kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki çalışmasını ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir ve ihtiyacına acıyan bir şefkat cânibinden ihsan edilir. Fakat, rızık ikidir.

Biri: yaşamak için hakikî ve fıtrî rızıktır ki, taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır ki, bedende, yağ ve saire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade birşey yemeden yaşatır, hayatını idame eder. Demek yirmi otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû-i itiyattan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler.

İkinci kısım rızık: İtiyat, israf ve sû-i istimâlat ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun’î rızıktır. Bu kısım ise taahhüd-ü Rabbânî altında değil, belki ihsana tâbidir. Kâh verir, kâh vermez.

Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki, medar-ı saadet ve lezzet olan iktisat ve kanaatle sa’y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızık için bir fiilî dua bilerek müteşekkirâne ve minnettârâne o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârâne geçirir. Ve bedbaht odur ki, medar-ı şekavet ve hasâret ve elem olan israf ve hırs ile sa’y-i helâli bırakarak, her kapıya başvurup, tembelkârâne ve zâlimâne ve müştekiyâne hayatını geçirir, belki öldürür.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Nice alimler var ki geçim sıkıntısı içindedirler. Nice cahiller de vardır ki varlık içinde yüzüyorlar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âmi : basit, sıradan kimse
bahtiyar : talihli, mutlu
bedbaht : kötü bahtlı, talihsiz
cânib : taraf, yön
darb-ı mesel : meşhur söz, atasözü
ekseriyetçe : çoğunlukla
evvel : önce
fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen
hakikî : asıl, gerçek
idame etmek : devam ettirmek
iddihar olunan : biriktirilen, depolanan
ihsan : bağış, ikram
ihtiyar : irade, seçim gücü
iktidar : güç, kudret
iktidarsızlık : güçsüzlük, kuvvetsizlik
iktisat : tutumluluk
isal etme : ulaştırma, eriştirme
itiyat : alışkanlık
kâh : bazen
kanaat : Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma, yetinme
mecazî : gerçek olmayan
medar-ı saadet : mutluluk vesilesi, ferahlık sebebi
medar-ı şekavet ve hasâret ve elem : her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı
minnettârâne : minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarak
muntazam : düzenli, intizamlı
müddehar : biriktirilmiş, bir araya getirilmiş
müştekiyâne : şikâyet ederek
müteşekkirâne : teşekkür ederek
neş’et eden : doğan, kaynaklanan
nevi : çeşit, tür
rızk-ı helâl : helâl rızık
sa’y : çalışma, emek
sa’y-i helâl : helal çalışma, emek
saadetkârâne : mutlu bir şekilde
sebeb-i hüsran : zarar, kayıp sebebi
sû-i istimâlat : kötü kullanımlar
sû-i itiyat : kötü alışkanlık
sun’î : yaratılıştan olmayan, yapmacık
suret : biçim, şekil
şefkat : acıma, merhamet
taahhüd-ü Rabbânî : herşeyin Rabbi olan Allah’ın garantisi
tahrik eden : harekete geçiren
tembelkârâne : tembel bir şekilde
terk-i âdet : alışkanlığı terk etme
tevekkülvâri : tevekkül ederek, Allah’a güvenerek
zâhiren : görünürde
zâlimâne : zulmederek
zaruret : zorunluluk, gereklilik
zekâvet : zeki oluş, kurnazlık
ziyade : fazla
Yükleniyor...