ÜÇÜNCÜ NOKTA: 2 لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ1 - وَ ِللّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعَلٰى Temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gàmız noktayı tefhime çalışacağız.

Meselâ, şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Meselâ, kâinat, hailsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalarından farz edilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz bir olur. İşte şeffafiyet sırrı.

Meselâ, noktalardan terekküp eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir mum ve muhitteki noktaların ellerinde birer ayna farz edilse, nokta-i merkeziyenin verdiği feyiz, müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz, nispeti birdir. İşte mukabele sırrı.

Meselâ, hakikî bir mizanın iki gözünde iki şems, iki yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki cevher-i fert, hangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyyaya, bir kefesi serâya inebilir. İşte muvazene sırrı.

Meselâ, en azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncağını çevirdiği gibi çevirir. İşte intizamın sırrı.

Meselâ, bir mâhiyet-i mücerrede bütün cüz’iyyâtına, en asğarına, en ekberine, yorulmadan, tenakus etmeden, tecezzîsiz bir bakar. Mülk cihetindeki teşahhusat, hususiyat müdahale edip tağyir edemez. İşte tecerrüdün sırrı.

Meselâ, bir kumandan arş emriyle bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. İşte itaat sırrı.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Onun hiçbir benzeri yoktur.” Şûrâ Sûresi, 42:11.
2 : “En yüce sıfatlar Allah’a mahsustur.” Nahl Sûresi, 16:60.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

avâik : engeller, zorluklar
basit : birden fazla unsur içermeyen, karmaşık bir yapıya sahip olmayan
cüz’ : bölüm, parça; bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri
daire-i azîm : büyük daire
ferd : birey
feyiz : ışık, aydınlık
feyz-i tecellî : tecellînin bereketi
gàmız : anlaşılması zor, kapalı, muğlak
hailsiz : perdesiz, engelsiz
arş : “Yürü!” komutu; askerlikte yürüyüşe geçmek için verilen komut
asğar : en küçük
azîm : büyük
bilfiil : fiilen, uygulama
canib : taraf, yön
cevher-i fert : atom; maddenin en küçük parçası
cüz’iyyât : fertler, bireyler, birimler
ekber : en büyük
emr-i ezelî : Allah’ın ezelî emri
esrar-ı sitte : altı sır
hakikî : asıl, gerçek
has vücud : özel mânâda vücud, varlık; yani vücud kelimesinin gerek “Ali, ay, güneş” gibi fert için, gerek “erkek, zeytin ağacı” gibi tür için, gerekse “insan, ağaç” gibi cins için olsun, konulduğu bu özel ve tek mânâlara “has vücud” denir (İşte bu has vücud; ferdlerin, türlerin ve cinslerin istidatlarının kuvveden fiile çıkmasının sebebi ve onların hususî kemâlidir.)
hususan : bilhassa, özellikle
hususî : özel
hususiyat : hususî özellikler, nitelikler
imtisal : uyma, emri yerine getirme
incizap : birşeyin çekiciliğine kapılma
intizam : düzenlilik; bir sistem sonucu ortaya çıkan tertip ve düzenlilik
istidadat : istidatlar, yetenekler
itaat : emre uyma, emre boyun eğme
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kemâl : mükemmellik, olgunluk
kudret-i ezeliye : ezelî kudret; Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti, güç ve iktidarı
kün emri : “Ol!” emri; Allah’ın birşeye “Ol!” deyince onu hemen olduruveren emri
mâhiyât-ı mümkinat : kâinattaki varlıkların mâhiyetleri; varlığıyla yokluğu eşit olan ve varlığı Cenâb-ı Hakkın var etmesine bağlı olan varlıkların temel özellikleri, asıl yapıları
mâhiyet-i mücerrede : soyut mahiyet; ruh, yer çekim kanunu vs. gibi
melekûtiyet (ciheti) : birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellîsi olan yön
meyl (meyil) : eğilim, istek ve arzu
mizan : terazi
mutlak kemâl : genel mânâda kemâl, olgunluk; yani kemâl kelimesinin teklik, çokluk veya nitelik gibi özelliklerine bakmaksızın konulduğu genel mânâsına, “mutlak kemâl” denir.
mutlak vücud : genel mânâda vücud, varlık; yani vücud kelimesinin teklik, çokluk veya nitelik gibi özelliklerine bakmaksızın konulduğu genel mânâsına “mutlak vücud” denir.
muvazene : denge; iki şeyin ağırlıkça eşit olması
muzaaf aşk : kat kat, şiddetli aşk
muzaaf ihtiyaç : kat kat, şiddetli ihtiyaç
muzaaf meyil : kat kat, şiddetli eğilim
mülk (canibi) : varlıkların maddî yönü; bedenleri, şekilleri vs.
mülk ciheti : varlıkların maddî yönü; bedenleri, şekilleri vs.
mümkin : yaratılmış olan varlıkların her biri; varlığı da yokluğu da eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan varlıklardan her biri
mümteziç : birleşik, karışık
mündemiç : birşeyin içinde yer alan
nefer : asker, er
nokta-i kemâl : mükemmellik ve olgunluk noktası, zirvesi
nukat-ı selâse : üç nokta
serâ : yer, dünya
Süreyya : Ülker takım yıldızı; yedi (veya altı) yıldızdan meydana gelir ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünür
şems : güneş
tağyir etme : değiştirme
tahrik etme : harekete geçirme
tecerrüd : soyutlanma, birşeyin maddî özellikten soyutlanması, sıyrılmış olması
tecezzî : bölünme, parçalara ayrılma
tenakus : eksilme, noksanlaşma
teşahhusat : varlıkların belirdiği bedenler, cisimler vs.
vücut : varlık
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
avâik : engeller
cihet-i melekûtiyet : birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellîsi olan yön
cüz-ü asğar : en küçük varlık, en küçük parça
dikkat-i nazara alınsa : inceden inceye düşünülse, göz önünde bulundurup bakılsa
gayr-ı mütenâhiye : sonu olmayan, sonsuz
hak : doğru
hakikat : gerçek
haşir : insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması
hususiyat-ı mütenevvia : çeşitli özel nitelikler
ihya : hayat verme, diriltme
imkân : varlığı da yokluğu da eşit olan ve var olmak için Allah’ın yaratmasına muhtaç olan; kâinattaki varlıkların her biri
in’âş : yeniden yaşatma, hayatlandırma
incirar etme : sonuçlanma, belli bir neticeye ve sonuca ulaşma (İnkâra yeltenmeyle sonuçlanma)
istib’ad : akıldan uzak görme
istinkâr : inkâra yeltenme, inkâr etme çabası içinde olma
kudret : güç ve iktidar
kudret-i ezeliye : ezelî kudret; Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti, güç ve iktidarı
küll-ü âzam : en büyük bütün; bütünlük arz eden en büyük şey
mevt-âlûd : ölümlü; ölüme benzer
mezkûr : adı geçen, anılan
mukabil : karşı karşıya olan, birşeyin karşısında bulunan
mukavemet etme : direnme, karşı koyma
mutî : itaat eden, emre uyan
mutmainne : huzur ve sükûna ermiş, tatmin olmuş
mübalâğa : abartı
mücazefe : ölçüp tartmadan söyleme; aldatma
mücerret : soyutlanmış
mütesavi : varlığı da yokluğu da birbirine eşit
mütevazinü’t-tarafeyn : varlığı da yokluğu da birbirine denk, birbirinin seviyesinde
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nazar etme : bakma
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nevm : uyku
nispeten : oranla
nizam : düzen
şeriat-ı fıtriye-i kübrâ : büyük fıtrî şeriat; Allah’ın kâinata koyduğu büyük kanunlar manzumesi
zâil (olma) : yok olma
zatiye : birşeyin bizzat kendi zâtında zorunlu olarak bulunan; zâtın zorunlu özelliği; meselâ tam olmasa da “Sıcaklık ateşin zâtî özelliğidir.” diyebiliriz. Çünkü tam zâtîlik Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
zevi’l-ervâh : ruh sahibi varlıklar
ziyade : fazla
Hâlık : herşeyi yaratan, var eden, yaratıcı Allah
hüviyet : kimlik, herhangi bir varlığı belirlemeye yarayan özelliklerin tümü
i’vicâcât : zikzaklar
illiyet : sebebiyet, illetlik, sebep ve illet olma
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
katre : damla
kudret : güç ve iktidar; Cenâb-ı Hakkın güç ve iktidarı
küll : tüm; bütün; bölümlerden, parçalardan meydana gelmiş olan bütün
mahall-i taallûk-u kudret : Cenâb-ı Hakkın kudret sıfatının tecellî ettiği yer, mahal
mâlûliyet : bir sebebe ve illete bağlı olma
melekûtiyet : birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellî alanı olan yön
muhit : çevre
mukabele : karşılıklı ve yüzyüze olma
mütefavit : birbirinden farklı, çeşitli
müteveccih olma : yönelme, yüzünü çevirme
müteveccih : yönelik, yönelmiş
müzahamet : bir yere itişe kakışa yığılma, birbirine sıkıntı verme
müzahametsiz : birbirine engel olmaksızın, birbirini zorlamaksızın
nâmütenâhi : sonsuz
nisbeten : kıyasla, oranla
nispet : kıyas, oran
nokta-i merkeziye : merkez nokta, özek
rüçhan : üstünlük
sath-ı arz : yeryüzü, dünya
satıh : yüzey
şeffafe : şeffat, berrak, açık, saydam
şeffafiyet : şeffaflık, saydamlık
şems : güneş
tasvir : birşeyin kendisine özgü niteliklerini tam ve açık biçimde anlatma; göz önünde canlandırma; betimleme
tecezzî : bölünme, parçalara ayrılma
tefhim : muhatabın anlamasını sağlama
tekebbür : büyüklenme, büyüklük iddiasında bulunma
temsil : analoji; kıyaslama tarzında benzetme
temsilât : temsiller; kıyaslama tarzında benzetmeler
tenakuz : zıddiyet, çelişki
terekküp etme : birleşme, karışıp birleşme
terettüp : sıralanma, arka arkaya gelme
teselsül : zincirleme devam etme, ard arda gelme
teshil etme : kolaylaştırma
teşahhusat : varlıkların belirdiği, meydana çıktığı yerler, bedenler, cisimler
timsal : görüntü, yansıyan görüntü
timsal-i şems : güneşin yansıyan görüntüsü
umum : hepsi
vasıta : araç
zâtî : birşeyin bizzat kendi zâtında zorunlu olarak bulunan; zâtın zorunlu özelliği; meselâ tam olmasa da “Sıcaklık ateşin zâtî özelliğidir.” diyebiliriz. Çünkü tam zâtîlik Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
Yükleniyor...