BİRİNCİ NOKTA: Kudret-i ezeliye, Zât-ı Akdese lâzıme-i zaruriye, nâşie-i zâtiyedir. Acz, zıddı olduğundan, bizzarure, zaruriye-i zâtiyeyle, zıddının melzumu olan zâta ârız olmaz.

Madem zâta ârız olamaz; kudrete bizzarure tahallül edemez. Madem ki tahallül edemez; kudrette meratip, bizzarure, olamaz. Zira meratibin vücudu, ezdadın tedahuliyledir. Meselâ, hararette meratip, burudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahüliyledir. 1 وَهَلُمَّ جَرًّا

Mümkinatta hakikî lüzum-u zâti-i tabiî olmadığından, kâinatta ezdad birbirine girebilmiş. Meratip tevellüd edip, ihtilâfatla tağayyürat neş’et etmiştir. Madem ki kudrette meratip olamaz; makdurat dahi bizzarure kudrete nispeti bir olur. En büyük, en küçüğe müsavi; zerrat yıldızlara emsâl olur.

İKİNCİ NOKTA: Kâinatın iki ciheti var—aynanın iki vechi gibi: Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsün-kubh, hayır-şer, sağîr-kebîr gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiş, ta dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş; vahdet öyle ister.

Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffafedir; teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlıka müteveccihdir. Terettüp, teselsül yoktur. İlliyet, mâlûliyet giremez. İ’vicâcâtı yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre, şemse kardeş olur. Kudret hem basit, hem nâmütenâhi, hem zâtî; mahall-i taallûk-u kudret hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüçhanı, küll cüz’e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Ve sâire… Diğerlerini de buna kıyas et!
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : âcizlik, güçsüzlük
ârız olma : ilişme, bulaşma; birşeyin aslından olmayıp o şeye dışarıdan gelip ilişme; sonradan ortaya çıkıp bulaşma, ilişme ortaya çıkma
azamet : büyüklük
bizzarure : kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarak
burudet : soğukluk
cevelangâh : gezip dolaşılan yer
derecat : dereceler
avâik : engeller, zorluklar
basit : birden fazla unsur içermeyen, karmaşık bir yapıya sahip olmayan
cüz’ : bölüm, parça; bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri
daire-i azîm : büyük daire
ferd : birey
feyiz : ışık, aydınlık
feyz-i tecellî : tecellînin bereketi
gàmız : anlaşılması zor, kapalı, muğlak
hailsiz : perdesiz, engelsiz
Hâlık : herşeyi yaratan, var eden, yaratıcı Allah
hüviyet : kimlik, herhangi bir varlığı belirlemeye yarayan özelliklerin tümü
i’vicâcât : zikzaklar
illiyet : sebebiyet, illetlik, sebep ve illet olma
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
katre : damla
kudret : güç ve iktidar; Cenâb-ı Hakkın güç ve iktidarı
küll : tüm; bütün; bölümlerden, parçalardan meydana gelmiş olan bütün
mahall-i taallûk-u kudret : Cenâb-ı Hakkın kudret sıfatının tecellî ettiği yer, mahal
mâlûliyet : bir sebebe ve illete bağlı olma
melekûtiyet : birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellî alanı olan yön
muhit : çevre
mukabele : karşılıklı ve yüzyüze olma
mütefavit : birbirinden farklı, çeşitli
müteveccih olma : yönelme, yüzünü çevirme
müteveccih : yönelik, yönelmiş
müzahamet : bir yere itişe kakışa yığılma, birbirine sıkıntı verme
müzahametsiz : birbirine engel olmaksızın, birbirini zorlamaksızın
nâmütenâhi : sonsuz
nisbeten : kıyasla, oranla
nispet : kıyas, oran
nokta-i merkeziye : merkez nokta, özek
rüçhan : üstünlük
sath-ı arz : yeryüzü, dünya
satıh : yüzey
şeffafe : şeffat, berrak, açık, saydam
şeffafiyet : şeffaflık, saydamlık
şems : güneş
tasvir : birşeyin kendisine özgü niteliklerini tam ve açık biçimde anlatma; göz önünde canlandırma; betimleme
tecezzî : bölünme, parçalara ayrılma
tefhim : muhatabın anlamasını sağlama
tekebbür : büyüklenme, büyüklük iddiasında bulunma
temsil : analoji; kıyaslama tarzında benzetme
temsilât : temsiller; kıyaslama tarzında benzetmeler
tenakuz : zıddiyet, çelişki
terekküp etme : birleşme, karışıp birleşme
terettüp : sıralanma, arka arkaya gelme
teselsül : zincirleme devam etme, ard arda gelme
teshil etme : kolaylaştırma
teşahhusat : varlıkların belirdiği, meydana çıktığı yerler, bedenler, cisimler
timsal : görüntü, yansıyan görüntü
timsal-i şems : güneşin yansıyan görüntüsü
umum : hepsi
vasıta : araç
zâtî : birşeyin bizzat kendi zâtında zorunlu olarak bulunan; zâtın zorunlu özelliği; meselâ tam olmasa da “Sıcaklık ateşin zâtî özelliğidir.” diyebiliriz. Çünkü tam zâtîlik Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
dest-i kudret : Allah’ın kudret ve iktidar eli
emsâl : benzer
esbab : sebepler
ezdad : zıtlar
hakikî : asıl, gerçek, doğru
hararet : ısı, sıcaklık
hayır ve şer : iyilik ve kötülük
hüsün : güzellik
ihtilâfât : ihtilâflar, uyuşmazlıklar; birbirinden farklı özellikler
izzet : yücelik, haşmet
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kebîr : büyük
kubh : çirkinlik
kudret : güç, kudret, iktidar
Kudret-i ezeliye : ezelî kudret; Allah’ın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti
lâzıme-i zaruriye : birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ tam olmasa da “Sıcaklık ateşin lâzıme-i zaruriyesidir.” denilebilir.
lüzum-u zâti-i tabiî : birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak doğal bir şekilde bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ tam olmasa da “Ateşin lüzum-u zâti-i tabiîsi sıcaklıktır.” denilebilir.
mahall-i tevarüd : bir olay veya gelişmenin meydana geldiği yer
makdûrat : Allah’ın kudretiyle gerçekleştirdiği işler, kudretin tecellî ettiği şeyler
melekûtiyet : birşeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellî yeri olan yön
melzum : birbirinden ayrılmayan iki şeyden birisi; meselâ, ateş lâzımdır, duman ise melzumdur. Baba lâzımdır, oğul ise melzumdur.
meratip : mertebeler, dereceler, katmanlar
mübaşir : yüz yüze ve yan yana gelen, temas eden
mülk ciheti : varlıkların maddî yönü; şekilleri, bedenleri vs.
mülk : birşeyin görünen dış yüzü
mümkinat : varlığı ile yokluğu eşit olan ve Allah’ın var etmesine bağlı olan varlıklar, kâinattaki bütün varlıklar
müsavi : eşit, denk
nâşie-i zâtiye : bizzat zâtından çıkan ve zâtından başka hiçbir şeyden kaynaklanmamış olan
ne’şet etme : doğma, gelişip ortaya çıkma
nispet : kıyas, oran
sağîr : küçük
tağayyürat : başkalaşmalar, değişmeler
tahallül : içine girme, nüfuz etme, içine girip karışma
tedahul : içine girme, nüfuz etme
tevellüd : doğma, meydana gelme
umur : işler
umur-u hasise : alçak ve değersiz işler
vahdet : birlik, Cenâb-ı Hakkın birliği
vaz edilme : konulma
ve helümme cerrâ : ve bu şekilde devam et gel!
vech : yüz, yön
vesait : araçlar, vasıtalar
vücud : varlık
zahiren : görünüş itibariyle
zaruriye-i zâtiye : zâtın zorunlu niteliği
Zât-ı Akdes : bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Zât, Allah
zerrat : zerreler, maddenin en küçük parçaları, atomlar
Yükleniyor...