Halim ve selimdir. Fakat heyecana geldiği zaman bir arslan tavrı alır, iki dizinin üstüne doğrulur, bir şâhenşâh gibi konuşur.

En sevmediği şey siyasettir. 35 senedir bir gazeteyi eline almış değildir. Dünya şuûnu ile alâkasını kesmiştir. Akşam namazından sonra, ferdâsı öğleye kadar kimseyi kabul etmez, ibadetle meşgul olur. Pek az uyur. Talebelerini de siyasetten şiddetle men eder. Memleketin her tarafında altı bini mütecaviz, belki bir milyonu bulan talebeleri, memleketin en faziletli evlâtlarıdır. Üniversitenin muhtelif fakültelerinde müsbet ilimler tahsil eden şakirtleri pek çoktur; yüzlercedir, binlercedir. Hiçbir Nur talebesi yoktur ki, sınıfının en faziletlisi, en çalışkanı olmasın. Memleketin her tarafında bulunan bu yüz binlerce Risale-i Nur talebesinden hiçbirinin, hiçbir yerde âsâyişi muhil hiçbir hareketi, hiçbir vak’ası yoktur. Her Nur talebesi, hükûmetin, nizam ve intizamın tabiî birer muhafızıdır, âsâyişin mânevî bekçisidir.
• • •

İstanbul seyahatinden muztarip olup olmadığını sordum: “Bana ıztırap veren,” dedi. “Yalnız İslâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!”

“Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?”

“Evet, büsbütün ümitsiz değilim. Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Afyon Hayatı
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âsâyiş : emniyet, düzen
âtî : gelecek
basiret : görüş, seziş
buhran : bunalım
cemiyet : toplum, topluluk
fazilet : güzel ahlâk, erdem
ferdâ : yarın, ertesi gün
Garp cemiyeti : Batı toplumu; Avrupa
Garp : Batı; Avrupa
halim ve selim : yumuşak huylu, uysal
hariç : dış, dışarı
hasım : düşman
ıztırap : acı, üzüntü, sıkıntı
intizam : düzenlilik
İslâm cemiyeti : İslâm toplumu; Müslümanlar
istikbal : gelecek
maruz : uğrama, hedef olma, tesiri altında kalma
men etme : yasaklama
meşakkat : güçlük, sıkıntı
muhafız : koruma, bekçi
muhil : ihlâl eden, bozan
muhtelif : çeşitli, değişik
mukavemet : dayanma, karşı koyma
muzdarip : ıstıraplı, sıkıntılı, acı duyan
müsbet ilimler : pozitif ilimler, fizik, kimya, matematik gibi
mütecaviz : aşkın, -den fazla
nizam : düzen
sâri : bulaşıcı
selâmet : esenlik, güven
şâhenşâh : şahlar şahı, en büyük padişah
şakirt : talebe, öğrenci
şuûn : işler, faaliyetler
tahsil etme : eğitim alma
talebe : öğrenci
tâun : ölümcül hastalık
tefessüh : kokuşup bozulma
ter ü taze : çok taze, pek temiz
vak’a : olay, hâdise
veba : bulaşıcı hastalık
yegâne : tek
Yükleniyor...