Eski tarihçe-i hayatının şahadetiyle, çok kahraman ve fedakâr olan bu zât, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîmin hakikatlerini benimseyen, ferdî ve millî saadeti, İslâmiyet hakikatlerine sarılmakta gören ve bunu haykıran ve delâil-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.

Üç devir geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsî dâvâsından dönmemiş; yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hadiselerin dalgalarından yılmamıştı…

Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve telâkkileri değiştiren asr-ı hâzırın cereyanları, bu zâtı Kur’ân ve iman dâvâsındaki yolundan çevirememişti. O, ruhundaki şecaat-i imaniye ile kat’î inanıyordu ki, dâvâ ettiği hakikat birgün milletçe benimsenecek; bir Said, binler, belki yüz binler Said olacak... İnsanlık camiasında neşrettiği hakaik-i imaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlayacak ve âfâk-ı İslâmı saran zulmet bulutları Kur’ân’dan eline verilen bu meş’ale-i hidayetle dağıtılacak; ölmeye yüz tutmuş zannedilen iman ruhu yeniden canlanacak; canlara can katacak, mânen ölmeye yüz tutan millet-i İslâmiyeyi ihyâ edecek; âleme efendi olan İslâmiyetin—biiznillah—cihana efendiliğinin maddî mânevî mübeşşiri olacaktı.

İşte, bu kudsî hakikatin hâmili ve naşiri olan ve hakikatte bugünkü beşeriyetin medar-ı iftiharı bulunan bu aziz zât, din düşmanlarının plânıyla, vaktiyle bu beldeye gönderilmiş, Anadolu’da tesis ettirilen rejimin aleyhinde bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu. O, istikbali nurlandıracak bir hakikatin telif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah, onun hâmisi, muîni ve yardımcısı idi.

İşte, otuz sene sonra tekrar Barla’ya döndüğü zaman, hizmet-i imaniyesinde nail olduğu büyük ikramları, inayetleri düşünerek, müşahede ederek mesrur oldu ve sürurundan ağlıyordu, secde-i şükrana varıyordu.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Afyon Hayatı
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âfâk-ı İslâm : İslâm dünyasınin ufukları
asr-ı hâzır : içinde bulunulan asır, zaman
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beşeriyet : insanlık
biiznillah : Allah'ın izniyle
camia : toplum
cebbar : zâlim, gaddar, baskıcı
cereyan : düşünce akımı, hareketi
cihan : âlem, dünya
delâil-i akliye : akli ve mantıki deliller
ehl-i dünya : dünyaya dalıp âhireti düşünmeyenler, dünyayı ahirete tercih edenler
fedakâr : her türlü sıkıntılara göğüs gererek dâvası uğruna sebat eden
ferdî : kişisel
fütuhat : fetihler, açılımlar
hakaik-i imaniye : imana ait hakikatler, esaslar
hakikat : esas, gerçek
hâmi : koruyucu, koruyan
hâmil : taşıyan, yüklenen
heyhat : yazık, çok yazık
hizmet-i imaniye : imanî hizmet
ihyâ etme : hayat verme, diriltme, canlandırma
ikram : lütuf, ihsan
inayet : yardım
inkişaf : gelişme, ilerleme, açılma
istikbal : gelecek
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kudsî : kutsal
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
medar-ı iftihar : övünç kaynağı
mesrur olma : mutlu olma, sevinme
meş’ale-i hidayet : hak ve doğru yolu gösteren meş'ale, ışık
millet-i İslâmiye : İslâm milleti, Müslümanlar
muîn : yardımcı, yardım eden
mutasarrıf : tasarruf eden, mülkünü dilediği gibi idare eden
mübeşşir : müjdeci, müjde veren
mümanaat olunma : engel olunma
müşahede : gözleme, gözlemleme
nail olma : erişme, kavuşma
naşir : yayan
neşr : yayma
rejim : yönetim; mevcut siyasi iktidar ve idare
saadet : huzur, mutluluk
secde-i şükrana varma : şükür secdesi yapma
sürur : sevinç, neşe, mutluluk
şahadet : şahitlik, tanıklık
şecaat-i imaniye : imandan kaynaklanan cesaretlilik, yiğitlik, kahramanlık
tarihçe-i hayat : hayat hikayesi
telâkki : anlayış biçimi, kavrayış şekli
telif : yazma, kaleme alma
zulmet : karanlık
Yükleniyor...