Risalelerde, büyük zatların özellikle Gavsı Azamın himmet ve yardımlarından bahsediliyor. Ancak birileri Allah’tan başka kimsenin himmet ve yardım etmesinin mümkün olmadığını dile getirerek, bu hususu tenkit ediyorlar. Bu konuda ne dersiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

- Ehl-i sünnet alimlerine göre, vefatından sonra da Peygamber Efendimizden ve yolunu hakkıyla takip eden salih kimseden himmet beklemek, onu duasına şefaatçı yapmak caizdir. Tevessül konusunda alimler özel kitaplar yazmışlardır.

- Mümin olduğu halde, bir kimsenin “Allah gibi ben de hastalara şifa veririm, ben de insanları hasta edebilirim, ben de onların rızkını verebilirim.” türünden bir nane yemesi mümkün müdür?

Fakat, sebepler dairesinde bu konularda tasarruf etmekte ne gibi bir sakınca vardır?

Hz. Îsâ’nın şu sözleri bu söylediklerimizi doğrulamaktadır:

“Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle gönderildim: Ben size çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Keza ben anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim. Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır.”(Âl-i İmran, 3/48).

- Bütün bu ayette -haşa- tevhit akidesine aykırı bir şey aramak mümkün mü? Bize göre hayatta olan bir adamın elinden su içmek, tevhit inancına aykırı olmadığı gibi, ölmüş bir velinin elinden su içmek de bir şirk olamaz. Çünkü, ne sağların ne de ölülerin hiçbirisi yaratmaya kadir değildir. Allah’ın izni olmadan bir çöpü bile kaldıramazlar. Bu mananın hâkim olduğu bir gönülde şirk aramak çok çirkin bir suizandır.

- Nitekim, peygamberler dahil her insan başkasının yardımına başvurmuş ve baş vurmaktadır. Ve bu yardımlaşma, asla Allah’ın hükümranlığına, hakimiyetine bir müdahale manasına gelmez. Hayattaki insanların bu gibi tasarrufları bir şirk olmadığı gibi, ölmüş bir velinin -Allah’ın inayetiyle- yardımda bulunması da bir şirk olarak değerlendirmek doğru değildir. Zira, sebepler dairesinde yapılan binlerce iş vardır ki, hiç bir akıl sahibi onları şirk olarak kabul etmez. Bir doktora gitmek Allah’ın yaratıcılığı ve yöneticiliğine aykırı olmadığı gibi, bir velinin de Allah’ın izin ve inayetiyle tasarrufta bulunması, tevhid hakikatine aykırı değildir. Çünkü, velilerin bu tasarrufları da sadece sebepler dairesinde sözlü veya fiilî duadan ibarettir

- Selefîcî kardeşlerimizin bir yanılgısı da ölü ile diri olanları ayırmalarıdır. Onlara göre, hayatta iken birinin vesile kılınması caizdir, fakat öldükten sonra vesile kılınması ise şirktir. Oysa, diri olanlarda zahiren görülen bir güç olduğu için onların vesile kılınması şirke daha müsait zannedilebilir. Kaldı ki, “Allah yolunda ölenleri ölü sanmayın, onlar diridir.” mealindeki ayette ifade edildiği gibi, şehitler diridir. peygamberler de diridir çünkü, onlar şehitlerden çok üstündür. Şehitlik bir nevi velayettir. Şehitlerden daha üstün mertebede olan veliler de vardır. Kur’an’da şehitlerin özelikle söz konusu edilmesi, onların kendilerini ölü bilmeyecek derecede Berzah aleminde bir hayata mazhar olmalarındadır. Yoksa, bütün ölüler diridir, çünkü asıl olan ruhtur ve o da zaten -Allah’ın izin ve inayetiyle- bâkidir.

- İslam inancına göre, ölüm hiçlik değil, yokluk değil, sadece bir yer değiştirmektir, bu fani hayattan bakî bir hayata kavuşmaktır. Durum böyle olunca, ölüp öbür hayata geçmiş olan bir kimsenin ilk hayatı ile ikinci hayatı arasında ne fark var ki? Şimdi Allah için düşünelim; bizim çok sevdiğimiz bir yakınımız, sadece dünya hayatında iken mi hatırını sayıyoruz? Vefatından sonra artık gözümüzde değersiz bir varlık mı olmaktadır? Bunu hangi vicdan kabul eder? Peki Allah’ın en sevdiği elçisi Hz. Muhammed’i dünya hayatında iken –deyim yerindeyse- yere-göğe sığdırmazken, vefatından sonra onun üzerine çizgi çekmesi, öldü diye bütün bütün değerden düşürmesi, adeta en büyük dostunu en âdi bir konuma sokması mümkün müdür? Kaldı ki, ölümle insanlar Allah’ın huzuruna varıyorlar, daha da yakınlaşıyorlar. Nitekim, Kur’an’da Rabbimiz sık sık “bana döneceksiniz” diye buyuruyor.

- İbn Mesud’dan nakledildiğine göre Resulullah(a.s.m) şöyle buyurdu:

“...hayatım sizin için hayırlıdır, siz (istediğiniz konuda benimle) konuşabiliyorsunuz ve size gereken cevaplar veriliyor. Ölümüm de sizin için hayırlıdır; çünkü amelleriniz bana arz edilir; güzel amellerinizden ötürü Allah’a hamdederim, kötü amellerinizden dolayı da sizin için Allah’tan aff dilerim.”

Hafız Heysemî, Bezzar’ın rivayet ettiği bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir(bk. Zevaid, 9/24). Hadiste diğer ifadeler bir yana “kötü amellerinizden dolayı da sizin için Allah’tan af dilerim” ifadesi, çok açık bir şekilde hz. Peygamberin vefatından sonra da tasarrufunun var olduğunu göstermektedir. Zaten peygamberlerin veya velilerin tasarrufları bir şefaat, bir dua ve benzeri yalvarışlardır.

- Bir Arabînin konumuzla ilgili kıssası el-Utbî’den nakledilmiştir. Bu zat şöyle diyor:

“Ben Resulullah (a.s.m)’ın kabrinin yanında oturuyordum, Bir A’rabî geldi ve şöyle dedi: ‘Ya Rasulellah! Ben Allah’tan şunları duydum: "Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah’tan af dileselerdi sen de resul olarak onların affedilmesini dileseydin elbette Allah’ı -tövbeleri kabul eden- pek merhametli bulacaklardı." Bu sebeple günahlarımın bağışlanması, seni Rabbimin katında şefaatçi yapmak için sana gelmiş bulunuyorum.” Daha sonra Resulullah’ı öven bir şiir söyledi ve dönüp gitti. O gittikten sonra gözlerime uyku bastı, rüyamda Resulullah (a.s.m)’ı gördüm, bana şöyle emretti. “Ya Utbî! Git A’rabîye ulaş ve Allah’ın kendisini bağışladığını müjdele.”(bk. İbn Kesir, ilgili ayetin tefsir; Nevevî, el-Mecmu’, 8/274).

- Hz. Ömer anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Âdem hata işlediği zaman. ‘Ya Rabbi! Muhammed’in hakkı için beni affetmeni istiyorum.’ diye yalvardı.”

Hadisi, Beyhakî, Taberanî, Hakim rivayet etmiştir(bk. Hâkim, Mustedrek, II/615; Yususf Nebhanî, Hucetullahi ale’l-âlemin, s. 210).

- Said b. Mensur’un bildirdiğine göre, Halid b. Velid şöyle demiştir:

“Hz. Peygamber (a.s.m) umre yaptığı sırada başını tıraş etti. İnsanlar onun saçını almak için birbirine yarışmaya başladılar. Ben herkesten önce onun perçeminden kesilen saçı aldım ve şu takkemin içine koydum. Bu takke benimle olduğu her savaşta zafer bana nasip edildi/Allah bana zafer nasip etti.”(İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 7/101).

- Hz. Halid’in bu davranış Ehl-i sünnetin görüşünü desteklemektedir. Sahabenin Resulullah’ın saçının-sakalının bereketinden istifade etmek, feyiz almak düşüncesiyle tıraş anında kesilen saç-sakalının kıllarını saklamaları, Resulullah’ın(a.s.m) buna izin vermesi ve bugün İslam aleminde bunun binlerce yerde bulunması tevessülün doğruluğunun en açık belgesidir. Hz. Halid’in “Bu takke benimle olduğu her savaşta zafer bana nasip edildi/Allah bana zafer nasip etti” ifadesi, çok dikkatlice seçildiği ortadadır. Yani, demek istiyor ki, “Benim savaşlarda zafer kazanmam benim şahsî becerilerimden ötürü değildir. Bilakis Resulullah’ın(a.s.m) bendeki saçlarının bereketi hürmetine Allah bana zafer nasip etti...”

- Bu konuda karşıt görüşlere yer veren, bir ölüden “sen benim bu işimi yap..” gibi bir tevessül şeklini kesin olarak reddeden, onu şirk kabul eden Alusî, vefatından sonra da Resulullah’ı vesile kılmak ve “Allah’ım! Peygamberinin yüz suyu hürmetine şu işimi yap.” demekte bir sakıncanın olmadığını söylemiştir. Alusi’ye göre, peygamberlerin dışındaki Salih insanların vesile kılınmasında da bir beis yoktur.(bk. Alusî, Maide, 5/35. ayetin tefsiri)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...