ŞEHADET, ŞEHİTLİK VE GAZİLİK
Aziz ve Muhterem Müslümanlar!
Hutbemiz şehidlik ve gâzîlik hakkındadır.
Şehidlik ve gâzîlik İslâm'da iki büyük mertebedir. Biri, nefsini Allah için feda etmek; din, îman, vatan için savaşarak ölmek... Diğeri harpten sağ çıkıp şerefle yaşamaktır.
Bu iki mertebeye ulaşmak her Müslümanın gayesi olmuştur. Zira hem Kur'ân-ı Kerîm'de, hem hadîs-i şeriflerde şehidler ve gâzîler medh ü sena edildiği kadar cennet nimetleriyle de müjdelenmişlerdir. Bakınız Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
"Allah Teâlâ cennet mukabilinde mü'minlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda cihad ederler, harp meydanlarında şehid ve gâzî olurlar, Allah'ın bu öyle bir va'didir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'ân'da da sabittir. Kim Allah'tan ziyade va'dini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevininiz! İşte büyük fevz ü necat budur!"(Tevbe, 9/111)
Böyle cennet ve saadet-i ebediyeyi Allah va'dettikten sonra hangi mü'min şehidlik ve gâzîlik aşkıyla yanıp tutuşmaz?
Şehidlere cennette öyle mertebeler verilir ki, memnuniyetinden dolayı şehid, on defa dünyaya dönüp şehid olmayı arzu eder.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz bu meseleyi şöyle ifade ediyor:
"Cennete giren hiçkimse yoktur ki, bütün dünyaya mâlik olacak olsa dahi tekrar dünyaya dönmeyi arzu etsin! Yalnız şehidlerdir ki, kendilerine yapılan hürmet ve ikramı, şehitliğin faziletini gördüklerinden, dünyaya dönüp de tekrar tekrar şehid olmayı arzu ederler."
Evet, ölüm ehl-i îman için bir nimettir. Hayat vazifesinden bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekân, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bakiyeye bir davettir. Dünya zindanından cennet bostanlarına geçmektir. Adem, idam, hiçlik değildir.
Ölümlerin en güzeli ve en şereflisi de şehid olarak ölmektir. Çünkü şehid dini, îmanı, vatanı, namusu ve milleti için ölmektedir. Böyle bir ölümden daha şerefli bir ölüm olamaz!
Şehidler ölüm acısını hissetmezler, onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, tam lezzet alıyorlar. Ölümdeki ayrılık acısını hissetmiyorlar.
Sevgili Peygamberimiz (sav), şehidin ölürken hissettiği acıyı şöyle tasvir etmektedir:
"Sizden biriniz karınca ısırdığı zaman ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölüm acısını ancak o kadar duyar."
Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'de şehidin ölmezliğini açıkça ifade ediyor:
"Allah yolunda öldürülenlere 'Onlar ölülerdir.' demeyiniz! Hakikatta onlar diridirler, fakat siz anlayıp bilemezsiniz!"(Bakara, 2/154)
Evet muhterem Müslümanlar!
Şehidler ölü değildirler! Birinci Mektup'ta izah edildiği gibi onlar hayatın dördüncü tabakasında yaşıyorlar. Şehadet mertebesine erenlerin günahları da temizleniyor, günahsız bir insan haline geliyorlar.
Şehidler aynı zamanda velidirler! Hadîs-i şerifte, "Şehidin kul borcundan başka bütün günahlarını Allah affeder!" Duyurulmuştur.
İşte şehidliğin ve gâzîliğin bu yüksek şerefine nail olmak isteyen Müslümanlar, "Ölürsem şehid, kalırsam gâzî!" duygusuyla her an cihada hazır beklerler.
Bu duyguyu dindar mü'minlerde görebilirsiniz. Dinden, îmandan mahrum kişilerin şehidlikle ve gazilikle alâkası yoktur.
Şehidlik Allah'ın kuluna vereceği bir derecedir. İnsanların şehid demesiyle kimse şehid olamaz! Mü'minler îman kuvvetiyle tek başıyla dünyaya meydan okuyan kahramanlardır. Bütün dünya bomba olup patlasa onlar korkmazlar! Yeryüzünün en cesur, yılmaz, korkmaz askerleri Müslümanlardır! Ölseler de, kalsalar da kazançlı olacaklarından, tereddütsüz meydana atılırlar! Ya şehid veya gâzî olurlar!
Asrımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı olarak hayatını cihad meydanlarında geçiren Bediüzzaman'a bakınız, dünyaya nasıl meydan okuyor:
"Basımdaki saçlarım adedince başlarım olsa, hergün biri kesilse, hakikat-ı Kur'âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem! Ve bu hizmet-i îmaniye ve Kur'âniyeden vazgeçmem ve geçemem!" Ne mutlu mü'minlere ve Müslümanlara!
Mücahidlere Allah'ın müjdesi şöyle:
"O halde dünya hayatı yerine âhireti satın alanlar, nefsini Allah'a satanlar, Allah yolunda cihadetsinler! Kim Allah yolunda cihad eder de öldürülürse, yahut düşmanına galip gelirse ona pek büyük bir mükâfat vereceğiz!"(Nisa, 4/74)
Resûl-i Ekrem'e (sav) sordular:
"İnsanların en faziletlisi kimdir?
"Canı ve malıyla Allah yolunda cihad eden mü'mindir."buyurdular.
Yine buyurdurlar: "Kıyamet gününde üç sınıf insana şefaat etme hakkı verilecektir. Bunlar peygamberler, âlimler ve şehidlerdir." (İbni Mace, Zühd 37)
Şunu da unutmamak lâzımdır ki, şehidler üç kısımdır:
Birinci kısım, dünya ve âhiret şehidi, tam manâsıyla şehit... Bunlar yıkanmaz, cenaze namazları kılınır, kanlarıyla, elbiseleriyle defnedilirler.
İkinci kısım, âhiret şehidi... Âhirette şehid sevabı alırlar. Dünyada diğer ölüler gibi yıkanıp kefenlenirler. Zelzele, yangın, suda boğulmak, trafik kazalarında ölenler, çocuk doğururken ölen kadınlar, zulmen öldürülenler ve daha birçok hastalık sebebiyle ölen mü'minler manevî şehid olurlar.
Üçüncü kısım, şehid oldukları zannedilen münafıklardır... Bunların âhiretten nasipleri yoktur. Şehidlik îmanın meyvesidir.
Aziz Müslümanlar!
Tarihte büyük devletler kuran, bin yıldan beri Kur'ân'ın bayrağını yeryüzünde şerefle dalgalandıran ecdadımız, "ölürsem şehid, kalırsam gâzî!" duygusuyla büyük zaferler kazanmış, üstün medeniyetler kurmuştur. Şehidlik ve gâzîlik heyecanıyla Haçlı ordularım yenmiş, Malazgirt zaferiyle Anadolu'yu Müslümanlara anavatan yapmış; İstanbul fethiyle İslâm'ın sesini dünyaya duyurma imkânı kazanılmış; Çanakkale'de ve istiklâl Harbi'ndeki îmanlı şahlanışıyla, îmanın tekniğe meydan okumasıyla, İslâm'ın son ordusu, sarıklı mücahidleri, kahraman askerleriyle, ehl-i küfrün hücumunu defedip bu cennet vatanı bizlere emanet etmişlerdir.
Biz de Kur'ân'ın kalesi, mü'minlerin îman ve irfan medresesi, bütün İslâm âleminin nokta-i istinadı, şühedâ kanıyla yoğrulmuş bu mukaddes vatanımızı koruyalım! Tâ kıyamete kadar ezanlar okunsun; mekteplerden, medreselerden Kur'ân sesi duyulsun; îmanlı nesiller yetişsin... Vatanı korumak bunlarla olur, şehidlik ve gâzîlik ruhuyla olur. Bu da dinî müesseseleri ihya ile olur.
Milletimizin birliği, beraberliği, İslâm kardeşliğiyle mümkündür. Milletimizin hayatı, her yerde dinin hayatlanmasıyla devam eder.
Milletini, vatanını seven her Müslüman İslâmiyet'i öğrensin, yaşasın, îmana ve Kur'ân'a hizmet etsin! O zaman herşey düzelecek, Kur'ân hâkim olacak, îman hâkim olacaktır!
Müjdeli bir hadîs-i şerifle hutbemizi bağlayalım:
"Ümmetim fesade gittiği zamanda kim benim sünnetimle amel eder, şeriatıma sımsıkı yapışırsa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir." (İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi’l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282)