AHMET FUAT GÜVEN

Mustafa Sungur Ağa­be­yin Ri­sa­le-i Nur­la­rı ta­nı­ma­sı­na ve­si­le olan­lar­dan en bi­rin­ci­si, emek­li mu­al­lim Ah­met Fu­at Ağa­be­yi­miz­dir. Ken­di­si 1897 do­ğum­lu olup Ef­lâ­ni’nin Mü­lâ­yim köy­ün­den­dir. 1943 se­ne­sin­de Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri­ni Kas­ta­mo­nu’day­ken zi­ya­ret et­miş­lerdir. Lâ­hi­ka mek­tup­la­rın­da çok yer­de is­mi geç­mek­te­dir. 13 Temmuz 1983 tarihinde vefat etmiştir.

Ah­met Fu­at Ağa­be­yi, 1975 yı­lının Ağus­tos ayın­da Bilal İslamoğlu ve Mahmut Günay ile beraber zi­ya­re­te git­ti­ği­miz­de, bi­zi üzerinde be­yaz bir cüb­be ve ba­şın­da tak­ke ile evinin bahçe kapısında kar­şı­la­dı. Ken­di­si uzun­ca boy­lu ve aksakallı idi. Yet­miş se­kiz ya­şın­da ol­du­ğu­nu öğ­ren­dik. Ha­lim ve köy­ü­nün is­miy­le mü­te­na­sip “mü­lâ­yim” bir fıt­ra­tı var­dı. Bah­çe­­de otur­duk. Ön­ce uzun il­mî soh­bet­ler yap­tı. Son­ra ar­zu­muz ve su­al­leri­miz üze­ri­ne hiz­met­le alâ­ka­lı ha­tı­ra­lar­dan an­lat­tı:

Mus­ta­fa Sun­gur Ağa­be­yi Nur Hiz­me­ti­ne Na­sıl Ka­zan­dır­dı?

"1945’li yıl­lar­dı... Ben bir köy­de mu­al­lim, Sun­gur baş­ka bir köy­de mu­al­lim... O za­manlar­da ben ba­zen köy köy do­la­şır, ca­mi­ler­de va­az ve­rir­dim. Sun­gur be­nim için, ‘Hal­kı ze­hir­liyor.’ di­ye aley­him­de ko­nu­şur­muş. Sun­gur, Köy En­sti­tü­sü me­zu­nu­y­du."

"Bir gün be­ni Sun­gur’un mu­al­lim­lik yap­tı­ğı köye der­se da­vet et­ti­ler. Fa­kat bir ha­di­se çık­ma­sın di­ye de Sun­gur’la be­ni kar­şı­laş­tır­mak is­temi­yor­lar­dı. Ney­se, onun mu­al­lim­lik yap­tı­ğı köy­de ca­mi­de ders ve­rir­ken Sun­gur da gel­miş, be­ni din­le­miş. Her­kes da­ğı­lıp git­tik­ten son­ra biz de mi­sa­fir­li­ğe gi­di­yor­duk."

"Ar­ka­dan Sun­gur bir lüks ya­kıp ge­li­yor. Ev sa­hi­bi­ne ken­di­si­nin de gel­mek is­te­di­ği­ni söy­lü­yor­du, ben de du­yu­yor­dum. Ev sa­hi­bi ha­di­se çık­ma­sın­dan çe­kin­di­ğin­den gel­me­si­ni iste­mi­yor­du."

"Ama ben 'Gel­sin' de­dim. Sa­baha ka­dar otur­duk, ders­ler yap­tık. Ar­tık her ne­re­ye git­sem kar­şım­da Sun­gur’u gör­me­ye baş­la­dım. Daha son­ra Ona Ri­sa­le-i Nur­lar­dan ver­me­ye baş­la­dım. O çok te­rak­ki et­miş­ti. Üs­tad’ı zi­ya­re­te git­me­ye ka­rar ver­di. Ben 'Hiz­met bu­ra­da.' diye kar­şı çık­tım­sa da o git­ti. Son­ra ba­ba­sı, 'Oğ­lu­mu ze­hir­le­din!' di­ye ba­na çat­ma­ya baş­la­dı. Bir ge­ce de onun­la ko­nuş­tuk; o da ha­ta­sı­nı an­la­yıp mem­nun ol­du.”

Ah­met Fu­at Ağa­be­yi din­le­dik­ten son­ra Ri­sa­le-i Nur’un Sun­gur Ağa­be­yi­mi­zin ken­di âle­min­de yap­tı­ğı in­kı­lâ­bı ve Şu­a­lar’da­ki ifa­de­le­ri­ni daha iyi an­la­mış­tım. Mus­ta­fa Sun­gur Ağabey Köy En­sti­tü­sü’nde okur­ken ba­zı mu­al­lim­le­rin din­siz­lik ders­le­ri ver­di­ği­ni ve ken­di­ ifadeleriyle “...o mu­zır fi­kir­le­re ka­pı­la­rak ve hâ­şâ ina­na­rak et­ra­fı­na neş­ret­me­ye baş­la­mış bir bî­ça­re in­san” ola­rak bu­lun­du­ğu sı­ra­da “bir­den­bi­re Ri­sa­le-i Nur gi­bi Kur’an’ın fey­zin­den fış­kı­ran, iman ve İs­lâ­mi­yet ha­ki­kat­le­ri­ni ga­yet par­lak bur­han­lar ve ha­ri­ka de­lil­ler ile is­pat eden...” Nur­la­rı tanı­ma­sı­nı Af­yon Mah­ke­me­si­ne kar­şı şu şe­kil­de hay­kır­mak­ta­dır:

Sun­gur Ağa­be­yin Ken­di Di­lin­den…

“Ben şa­hi­dim ki: Ben Kas­ta­mo­nu Göl­köy En­sti­tü­sü’nde okur­ken ba­zı mu­al­lim­ler ta­rafın­dan bi­ze din­siz­lik der­si ve­ril­miş­ti. Hâ­şâ! Hz. Kur’an’ı Hz. Pey­gam­ber’in yaz­dı­ğı­nı ve İs­lâmi­yet’in ar­tık mül­ga olu­na­ca­ğı­nı, me­de­ni­ye­tin iler­le­di­ği­ni, bu asır­da Kur’an’a it­ti­ba et­me büyük bir ha­ta ve ge­ri­lik ol­du­ğu­nu, hat­ta bir gün bir mu­al­li­min yap­tı­ğı gi­bi, İs­lâm­lar na­maz kıldık­la­rı ve ahi­re­ti dü­şün­dük­le­ri için dai­ma mus­ta­rip bir hal­de, ömür­le­ri­nin elem için­de geç­tiği­ni ve İs­lâm ca­mi­le­rin­de dai­ma bir öl­gün­lük ha­va­sı es­ti­ği­ni, H­ris­ti­yan­la­rın ki­li­se­le­rin­de ise dai­ma ne­şe ve can­lı ha­yat bu­lun­du­ğu­nu ve H­ris­ti­yan­lar çal­gı ve sai­re gi­bi eğ­len­ce­ler­le ha­yatın ta­dı­nı alıp ömür­le­ri­ni ne­şe için­de ge­çir­dik­le­ri­ni söy­lü­yor­lar, kalp­le­ri­miz­de­ki iman ve İslâ­mi­yet bağ­la­rı­nı ko­par­ma­ya ve onun ye­rin­de in­kâr ve kü­für yer­leş­tir­me­ye ça­lı­şı­yor­lar­dı."

“İş­te böy­le ze­hir­li fi­kir­ler­le aşı­lan­mış ve böy­le teh­li­ke­li mu­zır din­siz­le­rin ders­le­riy­le ma­ne­vi­ya­tı öl­dü­rül­mek is­ten­miş ve hat­ta o mu­zır fi­kir­le­re ka­pı­la­rak ve hâ­şâ ina­na­rak et­ra­fı­na neş­ret­me­ye baş­la­mış bir bî­ça­re in­sa­nın, bir­den­bi­re Ri­sa­le-i Nur gi­bi Kur’an’ın fey­zin­den fışkı­ran, iman ve İs­lâ­mi­yet ha­ki­kat­le­ri­ni ga­yet par­lak bur­han­lar ve ha­ri­ka de­lil­ler ile is­pat eden ve din-i İs­lâm’ın dai­ma in­san­la­rın sa­a­det ve se­lâ­me­ti­ne ve­si­le, sön­mez ve sön­dü­rül­mez bir ma­ne­vî gü­neş ol­du­ğu­nu izah eden eş­siz bir nur-u Kur’an’ın bir­kaç ri­sa­le­si­ni oku­mak­la bü­tün o ze­hir­li fi­kir­le­ri­ni atıp ima­nı el­de ede­rek du­y­du­ğu son­suz se­vinç ve bah­ti­yar­lı­ğı te­lif et­ti­ği mü­ba­rek Nur Ri­sa­le­le­riy­le ona ka­zan­dı­ran müş­fik ve ve­fa­kâr ve ha­ki­kî kah­ra­man Üs­tad Be­di­üz­za­man Haz­ret­le­ri­ne arz et­me­si, es­ki gaf­let ve da­lâ­let ha­ya­tın­dan kur­tu­lup iman ve nura ka­vuş­tu­ğu­nu ve ha­ki­kî ima­nı ka­zan­dı­ran Ri­sa­le-i Nur’un bu as­rın bü­tün in­san­la­rı için bir şems-i hi­da­yet ve ve­si­le-i sa­a­det ve onun mü­el­lif­li­ğiy­le tav­zif edi­len Üs­tad-ı Muh­te­rem’in bu pek bü­yük ve yü­ce ima­nî hiz­me­tiy­le onun bu be­şe­ri­ye­te, hu­su­san ehl-i ima­na bir lütf-u İla­hî ol­du­ğu­nu hay­ran­lık­la arz et­me­si... (Mus­ta­fa Sun­gur)(bk. Şu­a­lar, On Dördüncü Şua, s. 557)

“Sen Bi­ze Sun­gur’u He­di­ye Et­tin”

Ah­met Fu­at Ağa­be­y, Üs­tad’ı zi­ya­ret­le­rin­den bi­rini şöy­le anlattı:

“Üs­tad Haz­ret­le­ri­ni bir zi­ya­re­tim şöy­le ol­du. Üs­tad’ın eli­ni öp­tüm. Ba­na, ‘Se­ni ge­ri dönmüş di­ye du­y­muş ve üzül­müş­tüm, hat­ta mek­tup ya­zın, de­miş­tim.’ de­di. ‘Bu za­man­da, ce­reyan­la­ra ka­pıl­ma­dan ima­nı­nı kur­ta­ra­rak mu­ha­fa­za eden bi­ri­si, es­ki za­man­da­ki ye­di ev­li­ya­nın Ce­nab-ı Hak in­din­de­ki mak­bu­li­ye­ti ka­dar kıy­me­ti var­dır. Sen bi­ze Sun­gur’u he­di­ye et­tin, Sun­gur en az bin ki­şi­nin ima­nı­nı kur­tar­dı. Şim­di Sun­gur’un ma­ka­mı­nı an­la ve hep­sin­den aynı mi­sil se­vap sa­na da ve­ri­li­yor. Bu­nun için se­ni dön­müş di­ye du­yun­ca çok üzül­müş­tüm!’ dedi.”

“Ne­fis ve Ma­lı­nı Ce­nab-ı Hakk’a Sat­tı”

Ah­met Fu­at Ağa­bey, Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı’nda­ki bir mek­tup­tan an­la­şıl­dı­ğı üze­re, tıp­kı Hafız Ali ve Ha­san Fey­zi gi­bi “ba­ki ka­lan öm­rü­nü Üs­tad’ına ba­ğış­la­yan­lar­dan...” Bu me­se­ley­le alâ­ka­lı Üs­tad’ımı­zın iki mek­tu­bun­dan bi­ri­si şöy­le:

“O beş Ah­met’ten Saf­ran­bo­lu’da Ha­san Fey­zi’nin tam ye­ri­ne ge­çen tam vâ­ri­si Saf­ran­bolu­lu Ah­met Fu­at’ın ga­yet sa­mi­mî ve fe­da­kâ­ra­ne mek­tu­bun­da, be­nim be­de­li­me, ay­nen Ha­san Fey­zi, Ha­fız Ali gi­bi, ba­ki ka­lan ha­ya­tı­nı ba­na ve­rip, ben­den ev­vel ber­zaha git­mek için dua edi­yor.” (bk. Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı-I, s. 212)

Yi­ne Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı’nda ikin­ci bir mek­tup­tan an­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, “Nur­la­rın neş­ri ve tab’ı için âde­ta ser­ma­ye­si­nin kısm-ı âza­mı­nı te­ber­ru et­mek is­ti­yor”, nef­si gi­bi ma­lı­nı da fe­da edi­yor:

“Saf­ran­bo­lu Ef­lâ­ni na­hi­ye­si Mü­la­yim köy­ün­de mü­te­kait mu­al­lim bir kar­de­şi­miz ve Nur’un has şa­kir­di, Nur­la­rın neş­ri ve tab’ı için âde­ta ser­ma­ye­si­nin kısm-ı âza­mı­nı te­ber­ru et­mek is­ti­yor, ka­bu­lü­nü ri­ca edi­yor. Ben bu ha­lis ve has kar­de­şi­mi­zin fe­da­kâ­ra­ne ve ha­li­sa­ne ri­ca­sı­nı red­de­de­mi­yo­rum ve dün­ya mal­la­rı kai­de-i şah­si­ye­me gir­me­di­ği ve mu­a­ve­net­le­ri kendi­me ka­bul et­me­di­ğim için bu iş­te­ki mas­la­ha­tı da bi­le­mi­yo­rum. İki Is­par­ta’nın kah­ra­man­ları­na ve Hüs­rev ve Ta­hi­ri ve ar­ka­daş­la­rı­na ve Na­zif ve re­fik­le­ri­ne bu me­se­le­yi ha­va­le edi­yorum. Nur’un neş­ri için böy­le çok bü­yük bir ha­yır ve se­va­ba mâ­ni ola­mam. Siz­ler ya bü­tün niyet et­ti­ği mik­ta­rı ve­ya­hut bir kıs­mı­nı iki his­sey­le, bi­ri bü­yük Is­par­ta’nın, bi­ri kü­çük Is­parta’nın ma­ki­ne­le­rine ve­ril­sin. Onun is­te­di­ği gi­bi ya te­ber­ru ve­ya ile­ri­de baş­ka mu­a­ve­net edenler gi­bi bir mu­ka­be­le nev’in­de, ya Nur­lar­dan ve­ya baş­ka bir is­te­di­ği ne var­sa ver­mek su­re­tiy­le o has kar­de­şi­mi­zi mem­nun eder­si­niz.” (bk. Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı-I, s. 182)

Üs­tad’ımız, Emir­dağ Lâ­hi­ka­la­rı’nın çok ye­rlerin­de Ah­met Fu­at Ağa­bey­den si­ta­yiş­le bahset­mek­te­dir. Aziz Üs­tad’ımı­zın şehadetiy­le an­lı­yo­ruz ki, Ah­met Fu­at Ağa­bey hem “ne­fis ve ma­lı­nı Ce­nab-ı Hakk’a sat­mak” gi­bi azim bir fedakârlıkta tam mu­vaf­fak ol­muş, hem de Üs­tad’ımı­zın “Ha­ya­tım, ha­ya­tın­la de­vam ede­cek” ve “Mut­lak ve­ki­lim” de­di­ği bir mü­ba­rek ağa­be­yi­mi­zi, Mus­ta­fa Sun­gur’u bu hiz­me­te ka­zan­dır­ma­ya ve­si­le ol­muş­tur.

(bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-I)

Kategorileri:
A
Okunma sayısı : 1.082
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...