ALİ ÇAVUŞ (HACI ALİ ARAS)
Said Nursî Milis Albayı Olarak Cephede
Osmanlı cihan devleti, altı yüz sene süren hâkimiyet günlerinden sonra artık inkıraza yüz tutmuş ve son günlerini yaşıyordu. Sevgili vatanımız Müslüman - Türkiye'nin dört bucağı da kara ve kâbuslu bulutlarla kaplanmıştı.
Bu kara günlerde, Milis Albayı Hazret-i Said; etrafına topladığı gönüllülerle, talebeleriyle ve yeğenleriyle vatan müdafaasına koşarak, karanlıklar içinde nura gidecek yolları arıyordu.
"Said'imin Silâh Seslerini Duymaktayım"
Babaları takva sahibi, mübarek insan Sofi Mirza Efendi çok yaşlı ve hasta haliyle Nurs köyündeki evlerinin damında oturduğu kürsüden ufukları göstererek; "Said'imin silah seslerini duymaktayım." diyordu. Sofi Mirza Efendi'nin bu sözüne kimseler inanmıyor, "Ortalık harb haliyle birbirine girdi, düşmanlar buralara kadar geldiler, artık bunun oğlu mu kaldı? Her halde Sofi Mirza Efendi fazla ihtiyarladığı için hayal görüyor, ateh getirmiştir (bunamıştır)." diyerek, Mirza Efendi'nin haline gülüyorlardı. Ama Sofi Mirza iddiasında ısrar ediyor, "Ben Said'imin silahlarını bilirim. Benim Said'im ölmemiştir, Said yaşıyor, ben Said'imin silah seslerini bilirim." deyip, meselesini iddialı bir şekilde devam ettiriyordu.
Bahsini ettiğimiz meselenin benzeri mahiyetindeki bir Emirdağ mektubunda şunları okumaktayız:
"Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (r.h.) gibi olsun, merhume validem Nuriye (r.h.) gibi olmasın. Çünkü eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkında acib havadisler peder ve valideme ihbar ediliyordu. 'Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi.' gibi fena haberleri babam işittikçe, keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: 'Maşaallah, oğlum, yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor.' Vâlidem ise, onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu."
Bitlis'in Muhasarası
l9l6 senesinin kış aylarında Bitlis'te yağan karların kalınlığı metreleri bulmuştu. Bu şiddetli günlerde Milis Albayı Said Nursî, talebe, dost ve yeğeni ile Rus-Ermeni kuvvetlerine karşı kahramanca çarpışarak, sanki destanlar yazıyordu. Yakın talebesi Ahmed-i Cano'yu Zeve'de, muhatabı, kâtibi ve fedâisi Habib'i Gevaş'ta ve büyük ablası Dürriye Hanım'ın oğlu, talebesi ve yeğeni Ubeyd'i ise, Bitlis kalesinin dibinde düşmanlar şehid etmişlerdi.
On yedi yaşındaki sevgili Ubeyd'in sırtında bayram elbiseleri vardı. Bir dağ heybetinde duran Bitlis Kalesinin altında, bayram elbiseleri içinde ebedî bayramlara doğru kanat açmıştı.
Arkadaşı Molla Ali'yi çağırıyor, kemerinde bulunan altınları gelip almasını söylüyordu. Ama kurşun yağmuru altında Ali'nin Ubeyd'e yaklaşması mümkün değildi.
Milis Albayı Bediüzzaman o dehşetli günleri şöyle anlatmaktadır:
"Hem Bitlis muhasarasında ve avcı hattında Rus'un üç güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri şalvarımı delip iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaya tenezzül etmemek bir halet-i ruhiye taşıdığımdan, arkadan kumandan Kel Ali, Vali Memduh Bey işittiler. 'Aman geri çekilsin veya sipere otursun.' dedikleri halde 'Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmeyecek.' diyerek kurşun yağmuru altında harbe devam ettik." (bk. Emirdağ Lahikası-II, 9. Mektup)
Bir başka eserinde yine aynı o dehşetli anları şöyle anlatmaktadır:
"Bir defasında bir dakikada üç gülle öldürecek yerime isabet ettiği halde tesir etmediler. Bitlis'in sukutunda, bir miktar talebelerimle Rus askerlerinin bir taburu içine düştük. Bizi sardılar. Her tarafta el ele ateş edildi. Dört tanesi bütün arkadaşlarım şehid olduktan sonra, taburun dört sıralarını yardık, yine onların içinde bir yere girdik. Onlar üstümüzde, etrafımızda sesimizi, öksürüğümüzü işittikleri halde bizi görmüyorlardı. Otuz saat o halde çamur içinde ben yaralı iken, hıfz-ı İlâhî ile istirahat-ı kalb içinde muhafaza edildim." (bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sekizinci Lem'a)
Ali Çavuş'un Anlattıkları
Bediüzzaman'ın harpteki kahramanlığını ve Ruslara esir oluşunu, l965 kışında Van'da vefat eden, Van'ın Çoravanis köyünden Ali Çavuş namındaki Hacı Ali Aras o günleri yaşayan bir gazi olarak şöyle anlatmaktaydı:
"Biz Muş'a varmadan Ruslar Muş'u istilâ etmişti. Muş'u tahliye eden halkla yolda karşılaştık. Bütün mühimmatın, bu arada on dört parça topun kaldığını söylediler. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu üç yüz kişilik kuvveti on dört parça topa taksim edip, altı kişilik bir müfrezeyi de cephane kaçırmaya memur etti. Biz top ve cephaneleri kaçırıp, Bitlis-Tatvan yolu üzerinde mevzi almış bir nizamiye alayına teslim ettik. Bu arada Ruslar üç koldan taarruza geçip bizi Bitlis boğazında mahsur bıraktılar. Yedi gün Ruslara karşı geceli gündüzlü müdafaa yapıldı. Üstad Bediüzzaman'a üç mermi isabet etti. Bunlardan biri hançerinin kabzasına, diğeri sigara tabakasına, bir diğeri de sağ omuzuna isabet etti. O zaman bu hale şahit olan nizamiye alayı kumandanı Kel Ali Üstad Bediüzzaman'a:
"Bediüzzaman! Size kurşun da tesir etmiyor.
"Hazret-i Bediüzzaman:
"'Allah insanı muhafaza ederse, top mermisi de insanı öldürmez.' diyordu."
"Bir haftalık şiddetli bir mukavemet sonunda Bitlis'e giremeyen Ruslar, Bitlis-Tatvan yolu üzerinde bulunan Papşin hanını tahliye edip, geri çekildiler. Ermenilerin rehberliği ile Bitlis'in cenubundaki Güzeldere yolunda Simek nahiyesi üzerinde Bitlis-Siirt yolunu kesip, Araplar Köprüsünü tuttukları görüldü. Gece yarısından sonra Bitlis'e taarruza geçtiler. Şiddetli muharebeler cereyan etti. Bu arada Üstad Bediüzzaman'ın çok sevdiği yeğeni Ubeyd ve birçok kıymettar talebe arkadaşlarımız şehid oldular."
"Ruslar şehirde bulunan üç köprüyü de tutmuş olduklarından Üstad Hazretleri şehrin karşı tarafına geçmek istedi. Şimdiki Kasımpaşa ilkokulunun yanında büyük binanın altındaki su kemerinin üstünden aşağıya atladık. Su üzeri tamamen karla kaplı olmasından, vaktin de gece olması dolayısıyla yeri tahmin edememiştik ki, bu arada Üstad'ın sağ ayağı taşa değmiş ve kırılmıştı. Bana kemerin içerisinde daha münasipçe bir yer göstererek, 'Ali beni oraya götür. Sana izin veriyorum. Git inşallah kurtulursun.' dedi. Ben kendilerini o yere götürüp, oturttum. Benim musırrane gitmemi arzu ettiyse de gitmeyeceğimi ve beraberce şehid olmak istediğimi söyleyince başımı eliyle sıvazlayarak 'Dayı hayran, kader bizi esir etti.' dedi. Ben de kadere teslimiyetimi izhar ettim."
Esarete Giden Yol
"Su içerisinde otuz altı saat kadar kaldık. Bu arada su kemerinin üstündeki binayı da Ruslar işgal etmişler, sesleri aşağıdan işitiliyordu. Oradan çıkmak için tedbir almakla meşgul iken, birden kaldığımız yeri elli kişilik bir Rus müfrezesi bastı. Hepimizi çıkarıp altında otel olan ve o zaman Rusların ikinci ordusunun yerleşmiş bulunduğu bir binaya bizi götürüp, bir odaya yerleştirdiler."
"Bizi bir alay kumandanı karşıladı. Yemek olarak Üstad Hazretlerine bir tavuk getirdiler. İki Rus kumandanı Üstad'la konuşmaya başladılar. Konuşma mevzuları belli ki harb ile ilgiliydi. Orada Üstad Hazretleri bacak bacak üstüne atıp sigarasını sararken onlarla konuşuyordu."
"Sanki Onlar Esir, Üstad Hürdü. Orada Esirken Bile Hürdü."
"Yaralarının ve kırık ayağının tedavisi için, bir müddet Bitlis ve Van'da kaldıktan sonra, Bediüzzaman'ı bugün İran-Rusya arasında bulunan Culfa şehrine sevk ettiler."
"Alınca ırmağının Aras'a döküldüğü yerde bulunan bu belde, Azerbaycan ve İsfahan bölgesinde iki kasabadan meydana gelen şehir mühim bir ticaret merkeziydi. İran Culfa'sı veya Yeni Culfa denilen kasabadan bir müddet tedavi edilen Milis Albayı Said Nursî buradan Tiflis'e sevk edilen diğer esir askerlerle beraber Tiflis'e gelmişlerdi.
"Milis Albayı yaralı olarak l9l6 Ağustos sonlarına kadar Tiflis'te bulunarak tedavî edilmişti."
Esir Düşen Bediüzzaman'a Sadrazam Talaş Paşanın Desteği
Bu esnada İstanbul'da Talat Paşa, Kızılay cemiyeti başkanı Besim Ömer (Akalın) Paşa'ya, çok acele olarak, hususî bir adamla, Tiflis'te esir bulunan Bediüzzaman'a yardım gönderilmesini emretmişti.
İstanbul Başvekalet arşivlerinde bulduğumuz vesikalarda şunları okumaktayız:
"Dahiliye Nezareti Kalem-i Mahsûs Müdiriyeti
"Evrak Umumî Numarası: 59
"Kalem Numarası: 3
"Tarih-i Tebyiz: 7 332 Eylül. 7
"Dahiliye Nâzırı Talat Beyefendi tarafından Hilâl-i Ahmer cemiyeti reisi Besim Ömer Paşa'ya (Tezkire)
"Esiren Tiflis'te bulunan Bediüzzaman Said-i Kürdî Efendi'ye gönderilmek üzere memûr-ı mahsûsa tevdîan taraf-ı vâlâlarına irsal kılınan altmış liranın vusûlünün iş'âr ve bunun mûmaileyhe sürat-ı mümkine ile irsal buyurulmasını rica ederim efendim.
Bâb-ı Ali Mahreci Tarih-i Keşidesi l0 Ağustos 332
Dahiliye Nezareti Bitlis Kaleme vûrûdu minhu l0
***
"Esiren Tiflis'te bulunan memûrine bu kerrede maaşlarının irsalini yazıyorlar. Bitlis'in sukûtu sırasında Muş'tan sekiz topu kurtarmak ve gönüllü cem'etmek sûretiyle hidematı sebk edip memurlarla beraber Tiflis'te bulunan Bediüzzaman Said-i Kürdî de muhtâc-ı âtıfet olmağla mûmaileyh de bir miktar meblağın irsaliyle tesriri menût-ı re'y-i sânileridir. (9 Ağustos 332)
Vali Vekili Memduh
Hilâl-i Ahmer vasıtasiyle altmış liranın mûmaileyh Bediüzzaman Said Küdrî'ye irsali Nâzır Beyefendi tarafından ad ve tensib buyurulduğundan Fuad Beyefendi'ye takdim olundu.
28. Ağustos. 332
Taht-ı himaye-i Hazret-i mûlûkânede
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Merkez-i umumisi
Dahiliye nezaret-i celilesine
Devletlû Efendim Hazretleri
7 Eylül 332 tarihli ve l7 kalem-i mahsûs numaralı emirname-i nezaret-penâhileri arîz-i cevabiyesidir. Esiren Tiflis'te bulunan Bediüzzaman Said Kürdî Efendi'ye gönderilmek üzere memûr-ı mahsûs ile irsal buyurulan altmış lira ahzolunarak makbuzu memur ileyhe tevdi kılınmış ve meblâğ-ı mezkûr mukabili olan bin iki yüz elli dört mark esîr mûmaileyhe gönderilmiştir. Ol babda emr u ferman Hazret-i men lehul-emrindir.
l0 Eylül 332
Osmanlı Hilâl-i Ahmer
Cemiyet Reisi
Dahiliye Nâzırı Talat Paşa'nın özel ulakla Tiflis'deki şanlı esir Bediüzzaman Said Nursî'ye gönderilen altmış liranın karşılığı olan bin iki yüz elli dört mark mahalline ulaşmıştı.
Osmanlı cihan devletinin çöküş günlerinde bile altmış Türk lirası karşılığı bin iki yüz elli dört mark ediyordu. Bu meblağ esirken bile hür, başı göklere yükselen Bediüzzaman'a, ebed-müddet devleti Büyük Osmanlı'nın sadrazamı tarafından Kızılay başkanı Besim Ömer Paşa'ya emredilerek, ulaştırılmıştı.
Esaretinin başlangıç günlerinde Bediüzzaman gibi milis albayı bir kahramana yardım elini uzatan sadaret makamı, iki buçuk yıllık Sibirya esaretinden sonra da yine aynı alakayı göstererek, devletin en yüksek ilim makamı olan Son Devrin İlim Akademisi mahiyetindeki Dârül-Hikmeti'l-İslamiyeye Osmanlı ordusunun adayı olarak âzâ tayin edilmiş.
(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-I)