HAMDİ SAĞLAMER
Hamdi Sağlamer Ağabey 1932 Samsun doğumludur. 1957 yılına kadar günahlarla dolu gayriislami bir girdabın içinde dönüp dururken, o sene dünyası değişir, sağlam bir Nur talebesi oluverir Sağlamer Ağabey. 1958’de Bediüzzaman’ı Isparta’da ziyaret eder, Hz. Üstad ona orada bir vazife tevdi eder. Der ki: “Seni otuz senelik talebelerimle birlikte talebeliğe kabul ettim. Samsun’a gidince benim bedelime Karadeniz ve havalisini gez.” Hamdi Ağabeyi artık kimse tutamaz. Zübeyir ve diğer Ağabeylerin de tertip ve desteğiyle bihakkın aldığı vazifeyi ifa eder. Oldukça uzun hatıraları hem Samsun’da, hem İzmir’de iki kere kamera ile kaydedilmiştir. Kendi yayınladığı “Hatıralarım” adlı kitabından tamamı okunabilir. 23 Ekim 2017 tarihinde 85 yaşında vefat eden Ağabeyimize Allah’tan rahmetler niyaz ediyoruz.
HAMDİ SAĞLAMER ANLATIYOR
1932 yılında Samsun’da doğmuşum. 1957 yılına kadar günahlarla dolu gayriislami bir hayatın girdabı içinde dönüp duruyordum. İslamiyet’e, Risale-i Nur’a doğru ilk adımımı rüya âleminde attım.
GAYRİMEŞRU HAYATTAN BİR TOKATLA UYANDIM
Rüyamda yine bir işret âlemindeyim. Nurani bir zat yanıma geldi, şefkatle: “Evlâdım, bu içkiyi bir daha sakın içme.” diye tembih etti. Ben: “Peki hocam, bir daha içmem.” deyince, o zat döndü ve gitti. Ama ben, “hocayı savdık” nasılsa, der gibisinden devam ettim.
Biraz sonra o zat tekrar geldi yanımıza. Fakat o mülâyim ve şefkatli hali gitmiş, yerini şiddet ve celâl almıştı. Gözlerinden sanki lâvlar saçıyor, hiddetinden yüzü değişik bir hal almıştı. Bana: “Ben sana bunu bir daha içmeyeceksin demedim mi?” deyip enseme bir tokat yapıştırdı. Ben korkudan yüzükoyun toprağa gömüldüm. Nefesim kesildi, nefes alamıyor, boğuluyordum. Uğraştım ama bir türlü kurtulamadım. “Bir daha içmeyeceğim!” diye bağırarak uyandım.
Rüyamda yediğim o tokadın yeri çok şiddetli ağrıyordu. Tam bir hafta ağrıdı. Parmakların izini hâlâ ensemde hissediyordum. İşte o tokat, benim hayatımın dönüm noktası olmuştu.
O tokadın sevkiyle İslamiyet’e dair meseleleri araştırmaya başladım. Bu araştırmalarım esnasında Risale-i Nur eserleri geçti elime. Fakat risaleleri pek anlamıyordum. Yine bir rüya gördüm. Nur yüzlü, sarıklı, cübbeli mübarek bir zat, elinde tarif edemeyeceğim bir ışıkla, elimden tutup zifiri karanlıklardan bilmediğim ve görmediğim yerleri hem gezdirip, hem de risalelerden anlamadığım yerleri izah ediyordu bana. Bu alaka aralıksız iki ay devam etti. Risaleleri anlamaya başlayınca o zatı bir daha göremedim.
ÜSTAD BİZİ KABUL ETTİ
Risale-i Nur eserlerini okumaya başladıktan yedi-sekiz ay kadar sonra, Samsun/Bafralı nur talebesi Muammer Şenel Ağabeyle beraber Isparta’ya Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmeye karar verdik ve gittik. Rüşdü Çakın Ağabeyin boyacı dükkânına gittik önce. Orada oturanlardan birisi: “Gazi Yiğitbaşı ile iki mebus, Üstad’ı ziyarete geldiler, Üstad çok hasta olduğundan görüşmeyi kabul etmedi, geri döndüler.” dedi.
O zaman, çok üzülmüş, ümitsizliğe kapılmıştım. Beş dakika geçti geçmedi, yirmi yaşlarında bir genç kapıya geldi: “Üstad sizi bekliyor.” dedi ve yürümeye başladı. Biz de hemen peşine düştük. Bir bahçe kapısının önüne gelince, kapı açıldı.
Kapıda Bayram Yüksel Ağabey göründü, bizi içeri aldı: “Maşallah, tebrik ederim, Üstad sizi kabul etti.” dedi ve bizi iki katlı evin üst katına, Üstad'ın yanına çıkardı. Isparta’da müze olan evden bahsediyorum.
ÜSTAD’I SANKİ ÇOK GÖRMÜŞÜM GİBİ GELDİ BANA
Üstad Hazretleri karyolanın üzerinde başında ceviz yeşili bir sarık, sırtında cübbe, cübbenin içinde yakasız beyaz bir gömlek, sırtına aldığı yorganla oturuyordu.
Üstad’ı görünce, hemen bir yakınlık hissettim ben. Daha evvel sanki çok görmüşüm gibi geldi bana. Ama nerede gördüm, bir türlü çıkaramıyordum. Daha önce resmini dahi görmemiştim. Epeyce sonra anladım ki; meğer her gece rüyamda iki ay bana ders veren, Hz. Üstad’mış. Aynı kılık kıyafetle karşımda duruyordu Üstad.
Üstad Hazretlerinin yanına, yattığı karyolaya doğru yaklaştım. Daha önceden elini öptürmediğini duymuştum; ama ben, ne olursa olsun öpeceğim diye niyet etmiştim. Eline uzandım, öptüm. Üstad elini öpmeme müsaade etmişti. Ben, "Elhamdülillah Üstad’ın elini öptüm." diye bir kenara çekilip oturmak istedim. Fakat Hz. Üstad, “Gel kardaşım.” diyerek alnımdan öptü ve beni kucakladı, yanı başında yer göstererek, “Buraya otur.” diye, âdeta emretti. Muammer Şenel Ağabey karyolanın ayakucunda, kilimin üzerinde oturuyordu.
ÜSTAD KONUŞAMIYOR DA, AĞABEYLER KENDİLERİNDEN Mİ SÖYLÜYORLAR ACABA?
Üstad bana bazı sorular soruyor, fakat çok yakınında olduğum halde sesini hiç duyamıyordum. Karşımızdaki duvarın dibinde duran birisi: “Üstad’ımız size Samsun'daki hizmetlerden soruyor.” dedi. Ben de anlattım. Hz. Üstad başka sorular da soruyor, ama fısıltı halinde çıkan sesini duyamıyordum. Duvarın dibinde gördüğüm şahısların Hüsnü Bayram ile Bayram Yüksel Ağabeyler olduğunu fark ettim. O ana kadar odanın içinde oldukları halde heyecanımdan onları fark edememişim.
Üstad’la konuşmamız devam ederken, Üstad’a yakın olduğum halde sesini hiç duyamamam, Hüsnü Ağabeyin uzakta olduğu halde duyması sebebiyle; “Üstad konuşamıyor da bunlar kendilerinden mi söylüyorlar acaba?” diye içimden geçiverdi. Birden Hz. Üstad karyolanın üstünde, iki dizinin üzerine gelerek, diklenip pürüzsüz bir sesle konuşmaya başladı.
ÜSTAD: BENİM BEDELİME KARADENİZ VE HAVALİSİNİ GEZ
“Kardaşım, sen daha evvel buraya geldin mi hiç?” dedi. “Hayır Üstad’ım, hiç gelmedim.” dedim. Üstad, “Fesubhanallah! Fesuphanallah!” diyerek, elini yükseklerde gezdirerek büyük bir meydanı içine alacak bir daireyi çizer gibi yaparak: “Seni her zaman, sabah derslerinde burada görüyorum.” dedi. Üstad bunları söylerken, büyük bir meclisin hudutlarını görüyor gibi, yüz hatları, gözleri çok duygulu, kol hareketleri sert ve gergin, işaret parmağı bir ok gibiydi.
Sonra Üstad Hazretleri dedi ki:
“Seni otuz senelik talebelerimle birlikte talebeliğe kabul ettim. Abdülmecid, Abdurrahman ve Ahmed Hamdi olarak Savlılarla beraber duamda dâhilsin. (Ahmed, Hamdi Ağabeyin ön adıdır. Ö.Özcan) Samsun’daki kardeşlere benden çok selâm söyle. Ben Samsun'u ikinci bir Isparta olarak kabul ediyorum. Samsun’a gidince benim bedelime Karadeniz ve havalisini gez.”
KARADENİZ TARAFLARINI KASABA KASABA DOLAŞMAK NASİP OLDU BİZE
Üstad Hazretlerinin, “Karadeniz ve havalisini benim bedelime gez.” diye vazife vermesiyle gayrete gelerek, Karadeniz taraflarını şehir şehir, kasaba kasaba dolaşmak nasip oldu bize. Gittiğim yerlerde, kabiliyetimin fevkinde Risale-i Nur eserlerinden okuyordum. Bu dersler bazen sabahlara kadar devam ediyordu.
(bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-VIII)
***
1932'de Samsun'da doğmuştur. İttihad'da, Yeni Asya'da ve Hak Yol İslam Yazacağız isimli şiir kitabında neşredilmiş birçok şiirleri bulunmaktadır. Bize gönderdiği resmin arkasında şu dörtlüğü okumaktayız.
"Gerçi bir gölgedir, amma resim bir ömür andırır.
Gömülü hatıraları hayallerde canlandırır.
Basit bir kartı dost dilinde vesile-i dua olur.
İdrake dahi sığmayan saadeti kazandırır."
"Bir Tokatla Yola Geldim"
"Üstad'la görüşmemin ilki rüyada, biri de maddî âlemde olmak üzerek iki kısım olup, rüyada görüşmem beni maddî görüşmeye hazırladığı ve ikisi birbirini tamamladığı için bence önemli olduğundan, kısaca anlatmakta fayda görüyorum."
"1957'nin Aralık ayı. Gayriislâmi bir hayatın içindeyim. İslâmiyet'in fiiliyatına taallûk eden hiçbir bağım kalmamıştı. Bu hayatın sarhoşluğu yüce Allah'ımızı bile düşünmeme fırsat vermediğinden hayallerim ve duygularım gibi, düşüncelerim de maneviyata yabanileşmiş bir halet-i ruhiyede, günah deryasında girdaplar içinde döne döne korkunç âkıbetlere sürüklenip giden bir kuru yaprak gibiydim."
"İslâmî ve imani ölçülerden bîhaber olduğumdan, bu gidişin dehşetini idrak edemiyor, çıkmaya da gayret sarfetmiyordum. Bu halim git gide çevremden kopmama, günahkârların bana çevre olmasına sebebiyet verdiğinden, bu da gittikçe kötüleşmeme vesile teşkil ediyordu. Bu yüzden bütün hayırlı dostların, hattâ yakınlarımın kurtulmamdan ümit kesip yüz çevirdiklerini görüyordum."
"Bir gece rüyada işret âleminde idim. Yanımızda uzun boylu, nuranî yüzlü, gayet muntazam, kızıl sakallı, koyu yeşil sarıklı, çok ciddi ve her haliyle hürmete lâyık bir adam geldiğini görünce, gayri ihtiyarî ayağa kalktım ve bizi o halde görmesinden utandım. Orada arkadaşlarımın içinden beni çağırdı ve 'Evlâdım, bu içkiyi, bir daha sakın içme.' diye tembih etti. Ben de 'Peki hocam, içmem.' dedim. O zat da döndü ve gitti. Biz, 'Tamam, hocayı savdık.' der gibisinden devam ettik. "
"Biraz sonra o zat tekrar yanımıza geldi. Fakat ne geliş! O mülâyim ve şefkatli hali gitmiş, yerini şiddet ve celâl almıştı. Gözlerinden sanki lâvlar saçıyor. Hiddetinden yüzü korkunç bir hâl almıştı. Yine o topluluktan yalnız bana muhatap olarak, 'Ben sana bunu bir daha içmeyeceksin demedim mi?' deyip enseme bir tokat yapıştırdı. Ben yüzükoyun toprağa gömüldüm. Nefesim kesildi. Nefes alamıyor, boğuluyordum. Uğraştım, bir türlü kurtulamadım. Büyük yemin ederek, 'İçmeyeceğim' diye bağırarak uyandım. Fakat tokadın yeri çok şiddetli ağrıyordu. Tam bir hafta o tokadın yeri ağrıdı. Âdeta parmaklarının izini ensemde hissediyordum. Ömrümde ilk defa böyle bir tokadın en hak ettiğim zamanda gelmesi ve hayatımın dönüm noktası olması tesadüf gibi bahanelerle izah edilemezdi."
"Risale-i Nur'u Rüyada Öğrendim"
"O tokatın şevkiyle Müslümanlığa ait meseleleri sormaya başladım. Bu sormalar esnasında Risale-i Nur'a ulaştım. Fakat risaleleri pek anlamıyordum. Risaleleri okuduğum gece rüyamda, nur yüzlü, sarıklı, cübbeli mübarek bir zat, elinde tarif edemeyeceğim bir ışık, elimden tutup zifiri karanlıklardan bilmediğim ve görmediğim yerleri hem gezdirip, hem de risalelerden anlamadığım yerleri izah ediyordu. Bu hal fasılasız iki ay kadar devam etti. Ben risaleleri anlamaya başlayınca o zatı daha göremedim."
"Bana Rüyada İki Ay Ders Veren Üstadmış"
"Nurlara kavuşmamdan yedi-sekiz ay sonra Bafralı Muammer Şenel Ağabey'le Isparta'ya Üstadı görmeye gittik. Galiba "Nur Boya Ticaret" diye bir dükkâna uğradık. 'Üstadı ziyarete geldik.' dedik mi hatırlamıyorum. Orada oturanlardan birisi, 'Gazi Yiğitbaş ile iki mebus, Üstadı ziyarete geldiler. Üstad çok hasta olduğundan görüşmeyi kabul etmedi. Şimdi geri döndüler.' dedi. O zaman, 'Bütün ümitlerim boşa çıktı.' diye çok üzüldüm. Karamsar düşüncelere daldım. 'Koca iktidar partisinden üç mebus geldi, Üstad kabul etmedi de benim adım yok, sanım yok, makamım yok, kim tanır, kim inanır, nesin, necisin?' diye düşünürken beş dakika geçti geçmedi, on dokuz-yirmi yaşlarında bir genç kapıya geldi. Bize hitaben, 'Üstad sizi bekliyor.' dedi. Ve yürümeye başladı. Biz de apar topar kalkıp peşine düştük. Bir bahçe kapısı önüne gelince, kapı açıldı. Bayram Yüksel Ağabey -Samsun'dan tanıyordum- göründü. Bizi kapıdan içeri alıp, 'Maşaallah, sizi tebrik ederim. Üstad sizi kabul etti' diye bizimle musafaha edip, iki katlı ahşap evin ikinci katına, Üstad'ın yanına çıkardı. Üstad karyolanın üzerine oturmuş, başında ceviz yeşili bir sarık, sırtında cübbesi, içinde yakasız beyaz bir gömlek, -her halde hastalığından olacak- sırtında yorgan; oturuyordu."
"Üstad'ın şahsını görünce, kendisine bir yakınlık hissettim. Daha evvel sanki çok görmüşüm gibi geldi bana, ama nerede, bir türlü çıkaramıyordum. Halbuki daha önce resmini dahi görmemiştim. Fakat bunları şuurlu bir şekilde düşünemiyor, sadece farkında olmadan hissediyordum. Meğer iki ay, her gece rüyamda bana ders veren, Üstadmış. Aynı kılık, aynı kıyafet, aynı hâlde karşımda duruyordu. Bunu epey sonra anladım.
"Seni Her Sabah Burada Görüyorum."
"Bu halette yanına yaklaştım. Daha evvel elini öptürmediğini duymuş, 'Ne olursa olsun, öpeceğim' diye niyetlenmiştim. Eline uzandım, baktım, elini öpmeme müsaade etti. Ben de, 'Elhamdülillah, niyetim oldu.' gibisinden bir kenara çekilip oturmak istedim. Üstad, 'Gel kardaşım.' dedi ve beni alnımdan öperek kucakladı, yanı başını göstererek, 'Buraya otur.' diye, adeta emretti. O kadar tuhaflaşmıştım ki, odada kim var, kim yok, bilemiyordum. Muammer Ağabey yanımda idi, elini öptü mü öpmedi mi, farkında değildim. Yalnız karyolanın ayakucuna, kilimin üzerine oturduğunu sonradan gördüm. Üstad bana bir şeyler soruyor, yanında olduğum halde sesini hiç duyamıyordum. Karşımızda duvarın dibinde birisi, 'Size Samsun'daki hizmetlerden soruyor.' dedi. Ben de anlattım. Buna benzer tekrar tekrar sorular soruyor, ama fısıltı halinde dahi sesini bile duyamıyordum. Yine duvarın dibinde Hüsnü Ağabey'le Bayram Ağabeyi farkettim. O ana kadar odanın içinde onları -yanlarında biri daha vardı- fark edememiştim. Konuşmamız sual-cevap sürerken sesini -yakın olduğumuz halde- hiç duyamamam Hüsnü Ağabey tarafından -uzak olduğumuz halde- tekrarlanması üzerine içimden, 'Üstad konuşamıyor da bunlar kendilerinden mi söylüyor?' diye geçti. Üstad yatağın içinde iki dizinin üzerine gelerek, diklenip pürüzlü bir sesle konuşmaya başladı. 'Daha evvel sen buraya hiç geldin mi?' dedi. Ben de 'Hayır Üstadım, hiç gelmedim.' dedim. "Fesubhanallah, fesubhanallah.' hayretini ifade ederken, elini yükseklerde gezdirerek yüzlerce dönüm meydanı içine alacak bir daireyi çizer gibi gösterirken 'Seni her zaman sabah derslerinde burada görüyorum.' dedi.
"Üstad bunları söylerken, çok büyük bir meclisin daire hudutlarını görüyor gibi, yüz hatları, gözleri çok duygulu, kol hareketleri sert ve gergin, işaret parmağı bir oku andırıyordu.
'Seni otuz senelik talebelerimle birlikte talebeliğe kabul ettim. Abdülmecid, Abdurrahman ve Ahmed Hamdi Savlılarla duamda dahilsin. Samsun'daki kardeşlere benden çok selâm söyle, ben Samsun'u ikinci bir Isparta olarak kabul ediyorum.'
Gidince benim bedelime Karadeniz ve havalisini gezmenin hizmet bakımından iyi olacağını, benim halimin de buna müsait olduğunu tavsiye etmesiyle, gayrete gelerek kasaba kasaba dolaştım. Gittiğim yerlerde, kabiliyetimin fevkinde İslâmi meselelerle açıklık getiriyor, konuştukça mantıki deliller bulmakta kolaylık görüyor, sabahlara kadar benden çok daha kabiliyetli cemaatleri dinlettiriyordum. Ayrıca bu dini hizmetlere vesile olmak, başımın şiddetli ağrıması, iki kişiyle konuşmaktan aczimi hissettirir bir halden sonra olması, gezmenin benim bedelime olmadığına bana kat'i kanaat verdi. Hattâ bu halin o kadar tekrarını yaşadım ki, hizmetten evvel başka, hizmetten sonra tamamen başka bir hal alır oldum. Ne zaman sıkıntıya maruz kalsam, iyi bir hizmete vesile olacağımı şüphe götürmez bir surette hissediyordum."
"Şamlı Hafız Tevfik'in Anlattıkları"
"Muammer Ağabeyle hem gidiyor, hem de sevincimizden uçuyorduk. Eğirdir'i, Barla'yı ve Çam dağını gezecek, Üstad'ın kaldığı yerleri görüp hatıralarını dinleyecektik. Gerçi Üstad'ın bize Barla'ya kadar müsaade verdiğini müdriktik. Fakat 'Barla'ya git.' demek, 'Çam dağına da gidin.' demekmiş gibisinden bahaneler buluyor, ne hikmetse en çok da Çam dağını görmeyi merak ediyorduk. Eğirdir'e uğrayıp Çilingir Ali ve Hacı Bahri Ağabeylerin müzaheretiyle bazı yerlerini gezip Üstad'ın hatıralarını dinledikten sonra Barla'ya gittik. Altı kahve, üstü üç-dört yataklı bir otele çantalarımızı bıraktık. Camiye akşam namazını kılmaya gittik. İmam mübarek bir insandı, âdeta beni çekiyordu. Duadan sonra hiç âdetim olmadığı halde ellerine sarıldım ve öptüm. Nereden geldiğimizi sordu. Ben de Samsun'dan Bediüzzaman'ın ziyaretine geldiğimizi, Barla'yı ve Çam dağını gezmek istediğimizi söyledim, çok memnun oldu ve bizi gece saat bire kadar bırakmadı. Kendisinin de Şamlı Hafız Tevfik olduğunu söyledi. Bize Üstad'ın çok hatıralarından bahsetti, çok feyizlendik. Yer ayırttığımız otelin altındaki kahvede geç saatlere kadar sohbet ettik. Bu sohbetimiz esnasında Hafız Tevfik Efendi Üstad'ın kâtibi olduğunu söyledi. Üstad'la birlikte bulunduğu sıralardaki birçok hadiseden bahsetti. Üstada kâtip oluşunu şöyle anlatmıştı:
"Üstad Şam'a Cami-i Emeviyede hutbe irad ettiği zaman ben çocuktum ve orada bulunuyordum. Babam âlim bir zattı. Namazdan sonra bana eliyle Üstadı göstererek, 'Bak oğlum, bu zatı iyi tanı, ileride büyük bir hizmette beraber bulunacaksınız' dedi. Aradan zaman geçti, ben Barla'ya döndüm."
"Garip bir tecellî, Üstadı da Barla'ya nefyetmişler. Barla'ya gelişinde beni görünce yanına çağırdı. Ben de gittim ve bu hizmette beni istihdam etti. Risalelerin yazılması için bende her şey hazırdı. Kâğıt, kalem, her şey koynumda hazırdı. Hattâ yağmura karşı yanımızda şemsiye bulunduruyorduk. Üstad bana âni olarak, 'Kâğıdı kalemi çıkar.' diyordu. Bulutlara bakarak devamlı konuşuyordu. Biz de mütemadiyen yazıyorduk. Hattâ öyle ki, yanlış olacağından korkuyorduk. Fakat sonradan bakıyorduk ki, takatimizin fevkinde yazı hatasız ikmal oluyordu."
"Sohbetimiz devam ederken Hafız Tevfik Efendi bir sigara sardı ve sararken de şu hatırasını nakletti: 'Ben çok sinirli birisiydim. Sinirleniyordum. Hem sigara, hem de çay tiryakisi olduğum için, bazen başıma vuruyordu. Bir defasında Üstad yine sinirlendiğimi anladı, bana bir hiddet etti. Alnında simsiyah damar -parmak kadar- dışarı çıktı. Ben o halinden çok korktum. Sonradan bana, 'Ya sigarayı veya çayı bırak.' dedi. Ben de çayı terk ettim. Ondan sonra daha hiddetlenmedim."
"Bediüzzaman'ı Ziyarete Geldik"
"Sabahleyin sabah namazı için tekrar camiye gittik. Namazdan sonra Barla'yı Çınar ağacını ve medreseyi gezdirdi. Otele döndüğümüzde jandarmalar her şeyimizi toplamışlar, bizi bekliyorlarmış. Apar topar bavullarımızla karakola götürüldük. Jandarma kumandanı başçavuş bizi ‘suçüstü’ yakalamaktan gururla ve sert bir tavırla bir aşağı, bir yukarı dolaşıyor, ara sıra ‘Sizi gidi sizi.’ der gibi kafasını sallıyordu. ‘Burada işiniz ne? Buraya neden geldiniz?’ Ben de ayak ayak üstüne atıp, aynı sertlikle ‘Bediüzzaman Hazretlerini ziyarete geldik, onun kaldığı yerleri de geziyoruz.’ dedim. Ben istiyordum ki, Üstadı ziyarete gelmişken beni nezarete, yahut hapse atsınlar. Bu hatırayı hayatım boyunca bir iftihar vesilesi olarak taşıyayım. Bu yüzden sırf işi büyütmek için o tavrı takındığım halde, bana ne bir şeyler sordular, ne de valizimi karıştırdılar. Sanki ben orada yokmuşum gibi Muammer Ağabeyi ahiret sualine tuttular. Sual faslı bitti. Nüfus cüzdanındaki işaretlere baktılar. O bitti, bavul açıldı. Bütün eşyasından tek tek hesap vermek mecburiyetinde bıraktılar. Hâlbuki benim yanımda nüfus kâğıdım dahi yoktu."
“Bu vaziyette üç-dört saat geçmişti ki, içeri bir onbaşı girdi. ‘Araba geldi.’ dedi. Başçavuş bize, ‘Araba sizi bekliyor.’ dedi. Biz de gittik. Bizi otobüse bindirdiler, geri gönderdiler. Çok istediğimiz hâlde, Üstad'ın iznini bir adım bile aşamadan geri döndük. Hem de süngülü muhafızlı.”
Hamdi Sağlamer güzel şiirler yazan şair ruhlu bir insan.
(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV)