HASAN ERGEN (JANDARMA)

"Yunanistan doğumluyum. 1328 (1912)'de dünyaya gelmişim. Daha sonra Türkiye'ye geldik. Askerlik çağım gelince, jandarma olarak Afyon'a tayin edildim. Beni Emirdağ ilçesinin Davalga nahiyesine jandarma karakol komutanı olarak tayin ettiler."

"Bu görevde iken sakatlığım sebebiyle, jandarmadan ayrılmak için müracaat ettim. Daha hafif hizmet olarak, beni kalemde çalıştırmayı tercih ederek, jandarma birlik kalemine aldılar. Kalemde görev yaptığım sırada, benim çalıştığım oda ile jandarma komutanının odası karşı karşıya idi."

"Afyon'da tanıştığım bir arkadaşımın kardeşi karakola geldi, Jandarma komutanının odasına girdi. İçerden yüksek sesler geliyordu. Jandarma komutanı bağırıyordu:

"Sen de mi Kürtsün? Ne görüşeceksin Said Nursî ile? Nereden tanıyorsun onu?"

"Neticede benim gayet iyi tanıdığım Bahri Beyin kardeşini odasından kovdu çıkarttı. Onu görünce, hemen odama çağırdım, yer gösterdim, alaka ve iltifat gösterdim. Niçin geldiğini ve ne istediğini sordum."

"Bana: 'Burada Said Nursî isimli büyük bir din âlimi vardır. Onunla görüşmeye geldim. Fakat kumandan izin vermedi.' diye kısaca meseleyi anlattı. Ben kendisine biraz oturmasını söyleyerek jandarma komutanının yanına görüşmeye gittim."

"Komutana teminat verdim, arkadaşı tanıdığımı söyledim. Ben o zamana kadar, Said Nursî'nin Emirdağ'da oturduğunu hiç duymamıştım. İlk defa bu vesile ile öğrenmiştim. Komutan bana:

'Size karşı itimadım çoktur, buyur al, anahtarı veriyorum. Yalnız mesuliyet sana aittir. Kendisini görüştür.' diye bir anahtar verdi. Teşekkür ederek anahtarı aldım."

"Arkadaşla karakoldan ayrılarak, komutanın tarif ettiği evi bulduk. Dışarıdan kapıyı açtık, ayrıca içeriden de kapıyı kendisi kilitliyormuş, kapıyı vurunca, az sonra kapı açıldı."

"O ilk karşılaştığım simayı hiç unutmam. Rahmetli, bembeyaz, pamuk gibi, nuranî bir insandı. Hemen sarılıp elini öptüm. Orada çok hayretimi mucip olan, bana ismimle hitap etmesi oldu."

"'Hasan oğlum, bu yaptığın hizmet Allah indinde çok makbuldür, Allah senden razı olsun, çok büyük bir iyilik yaptın.' diyerek teşekkür etti. Yanında biraz oturduk. Bana yine:

"'Hasan oğlum, senin üzülecek hiçbir yanın yoktur. Allah'ın çok iyi bir kulusun. Yalnız senin iki kusurun var.' deyince. 'Hocam çok affedersiniz, benim kusurlarımı söyler misiniz?' dedim. 'Senin iki kusurun; oruç tutmuyorsun, bir de namaz kılmıyorsun.' diyerek beni ikaz etti. Ayrıca: 'Aslında bunların her ikisi de senin kalbinde mevcut, fakat sen tesir altında kalıyorsun.' dedi."

"Ben, 'Hocamız biz Yunanistan'dan geldik, memleketimizde evimiz çarşı içinde mescidin yanında idi, yine yakınımızda cami de vardı. Ben o zaman namaz kılardım... Şimdi kılamıyorum.' dedim."

"Üstad'ın Verilen Hediyeyi İade Etmesi"

"Sonra getirdiğim misafirle ilgilendi. 'Beni görmek için, niçin bu kadar zahmet edip geldin.' dedi. O arkadaş da:

"Ben küçüktüm, siz Kars'a babamla görüşmeye gelmiştiniz. Sizi tâ o zaman görmüştüm. Sizin Afyon'da olduğunuzu işitince, sizi görmek ve duanızı almak arzu ettim. Fakat jandarma komutanı çok zorluk gösterdi. Sizinle görüşmeme izin vermedi, beni kovdu. Allah razı olsun Afyon'dan tanıdığım Hasan Bey vesile oldu.' Üstad: 'Başka bir arzun var mı?' diye sorunca arkadaş da: 'Size maddî olarak bir yardım yapmak istiyorum.' diye cevap verdi. Allah rahmet eylesin mübarek insan:

"Oğlum, benim dünya malına hiçbir ihtiyacım yoktur. Ben hiçbir şey istemiyorum. Ama mutlaka niyet etmişsen, küçük bozuk para var mı?' O da küçük paralar çıkardı. İçinden bir beş kuruşluk aldı. 'Allah kabul etsin alıyorum.' dedi. Tekrar parayı yere koyarak, 'Alıp sana tekrar iade ediyorum.' dedi."

"Hükûmetten Korkarsın, Allah'tan Korkmazsın"

"Bu mübarek Bediüzzaman Hoca ile ikinci defa görüşmem şöyle olmuştu:

"Erzurum'un eski milletvekillerinden, eski harflerle yazılmış bir mektup gelmişti. Mektup resmen hükümet vasıtasıyla geliyordu. Önce Afyon'a gelmiş, sonra oradan da Emirdağ Kaymakamlığına havale etmişler, kaymakamlık da jandarma komutanlığına göndermişti. Bölük komutanı beni çağırarak:

"Hasan sen eski harfleri okumasını biliyor musun?' dedi. Ben de bildiğimi söyleyince, mektubu bana okumam için verdi. Mektubu ben baştan sona okudum. Mektubu yazan eski milletvekili bir zat, Bediüzzaman'dan nerede, ne zaman doğduğunu, ilk tahsilini nerede yaptığını, yazdığı eserlerin ismini soruyordu."

"Mektubu okuduktan sonra, jandarma komutanı, yine çekmeceyi açtı, o anahtarı çıkardı bana verdi. 'Al, git bu mektubu kendisine ver. Tekrar cevabını yazsın, onu getir.' diye emretti. Mektubu alarak çıktım."

Hasan Ergen bu hatıraları anlatırken, o mektupların niçin bir suretini almadığına üzülerek diyor ki: "Bu mektupların birer suretini almak lâzımmış, halbuki bizim için bunlar o zaman mümkündü. Gençlik saikasıyla bilemedik."

"Yine bir önceki seferdeki gibi kapıyı açtım, tekrar vurunca kapıyı açtı. Kendisine mektubu verdim. Bana aynen şunları söyledi:

"'Oğlum Hasan, kaymakama ve komutana söyle, vazifeleri ne ise onu yapsınlar... Hapis, her neyse ben razıyım... Verileni tatbik etsinler. Ama benim için ağır konuşmasınlar. Aleyhimde gıybetimi yapmasınlar.' dedi.

"Ben ilk görüşmedeki ikazları hatırlatarak, hiç hatırımdan çıkmadığını, çok üzüldüğümü söyledim. Bunun üzerine, 'Merak etme, benim da Allah'a karşı kusurlarım var.' dedi."

'Sen jandarma görevinde bulunuyorsun, eğer vazifeni yapmazsan sana ne yaparlar? Hükümetten korkarsın. Allah'ın emirlerini yapmazsak, ne olur bizim halimiz. O bizi yoktan yarattı. Onun emirlerini yerine getir, korkma, vazifeden atarlar diye hatırına bir şey getirme. Sen hükümetten korkarsın da Allah'tan korkmaz mısın?'

diye bana ikaz edici mahiyette dersler verdi.

"Bana Hakaret Etmesinler"

"Sonra ben yazdığım mektubu alıp getirdim. Jandarma komutanı, mektubu bana okuttu. Ayrıca Bediüzzaman'ın, 'Bana hakaret etmesinler, sövmesinler.' dediğini de söyledim. Komutan çok bozuldu. 'Kim söylemiş bunları?' dedi. 'Ben, filân gitmiş, haber vermiş demiyorum. O söyledi. Bana söylediklerini söylüyorum.' deyince yüzbaşı, 'Kaymakama da söyleyecek misin?' dedi. Ben de 'Kaymakama da siz söyleyin.' dedim."

"Biliyorsunuz, benim bu zattan hiç haberim yoktu, evin anahtarını bile siz verdiniz, evi siz tarif ettiniz. Kendisi sizin için de kaymakam için de söyledi, küfür ediyormuşsunuz. 'Vazifelerini yapsınlar, ama küfür ve hakaret etmesinler.' diye haber gönderdi, dedim."

"Bu zat muhterem bir insandı. Biraz söylemesi tuhaf, ama bir emir verse halk isyan ederdi. Emirdağ, Afyon halkı ona çok bağlıydı. Ama onun öyle bir niyeti yoktu. Benim anladığım, iyi bir insandı. Ben bunları başkasından naklen işitsem, 'Acaba?' diye içimden bir şüphe geçer. Ama bunları bizzat görmüşüm, bizatihî şahit olmuşum. Ben bizzat görüştüm, bizzat konuştum."

(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-II)

Kategorileri:
H
Okunma sayısı : 2.856
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...