HÜSEYİN AKSU (İLK DEVRE MİLLETVEKİLİ)

Sabahın erken saatlerinde kuş cıvıltıları arasında girdik Girlevik'e. Girlevik şelâlesinin gürleyen sesi ve sıçrayan su damlaları tatlı ve serinlik halide sarıyordu etrafı...

Erzincan'ın cidden çok can dostlarının yanında ve aralarında idik. Ya sabahı, su, yeşillik, serinlik ve Erzincan'ın asil Nur Talebeleri...

Arabamız su arklarından geçerek girdi köye... Aradığımız zatın ismi: Hüseyin Aksu. Girlevik'in sahibi ve ağası. Birinci Devre Erzincan Milletvekili. Tunceli harekâtından sonra 1939 senesinde Kastamonu'ya sürgün olarak gönderilen adam.

Biz, Hüseyin Aksu'yu nasıl bulabileceğiz, diye düşünürken, yaşlı adam erken saatte çıkarak, arabamızın önüne durdu. Uzun boylu, temiz giyimli, yaşlı bir insan... Arabamıza ve bizlere dikkatle bakıyordu. Selâm vererek aşina ve dost olduğumuzu hissettirmek istedik. Verilen her selâm, dostluğun başlangıcıydı. Selâmımızı sevgiyle aldı. Hemen buyur ederek bizi karşıladı. Bahçeye götürerek yer gösterdi. Hizmetçileri gelerek masaları ve sandalyeleri taşımaya başlamıştı.

Bahçedeki sandalyelerde yerlerimizi alınca, ilk işimiz teyibimizi çalıştırmak olmuştu. Sualli-cevaplı teyibimizdeki tespitleri kısaltarak sizlere nakledeceğim.

- Hüseyin Bey, siz Bediüzzaman Said Nursî'yi ilk defa nerede ve ne zaman gördünüz?

Ben Bediüzzaman'ı Cumhuriyetin ilânından ve büyük zaferden önce Ankara'da gördüm.

- Bediüzzaman Ankara'ya nereden gelmişti?

İstanbul'dan gelmişti. Oraya da Rus esaretinden sonra gelmişti. Bediüzzaman'a Ankara'ya gelmesi için davetiye yazmışlardı. 1922 yılının yaz mevsiminde büyük zaferden önce geldi Ankara'ya."

- İlk defa nerede görüşmüştünüz?

Kendisi şeref misafiri olarak Meclis'e gelmişti. İlk defa Meclis'te görüşüp tanıştık. Daha önceleri ben asayiş kumandanlığı yapıyordum. Vehip Paşa zamanında Milis Teşkilâtı kurmuştuk. Bediüzzaman da Bitlis ve Van taraflarında Milis Teşkilâtı teşkil edip, düşmana karşı çarpışmıştı.

Mecliste Mustafa Kemal Paşa ile Bediüzzaman uzun uzun görüşüp konuştular. Mustafa Kemal, kendisinden yardım istedi:

"Siz İstanbul'u ahval-i dünyayı biliyorsunuz, birlikte şu memleketi kurtaralım. Bizim gayemizin ne olduğu sizce malûmdur Hocam!"

demişti. Konuşmada diğer mebus arkadaşlarda bulunmuşlardı.

Mustafa Kemal muvaffak olmak için kendisinden dua istedi. Bediüzzaman ise,

"Memlekete hizmet edenlerin duasını Allah Teâlâ kabul eder. Vatan için çalışanların say ü mesaisini Allah boşa çıkarmaz. Biz de duamızı yaparız." demişti.

Osman Fevzi Efendi de oradaydı. Hacı Fevzi Efendi kendisini çok sever ve sayardı. Daima beraber bulunurlardı. Ben de Hacı Fevzi Efendiden ayrılmak istemezdim.

Bediüzzaman, Hacı Bayram tekkesinde kalıyordu. Hacı Bayram Veli'nin torunlarından Şemseddin Efendi vardı. O da milletvekili idi. Hacı Bayram Camiinin yanında güzel bir yer vardı, orada kalıyordu.

- Mecliste yaptığı konuşmalardan bahseder misiniz?

Kendisi daima adalet üzerinde dururdu.

'Zorbalıkla kurulan bir binanın müddeti uzun sürmez. Adaletle kurulan bir bina yıkılmaz. Siz de adalet üzerinde yürüdükçe size engel olacak hiçbir kimse bulunmaz. Bulunsa dahi muvaffak olamaz." diyordu.

Durumumuz da çok kötü idi. Cephelerden bazen acı haberler gelirdi. Ellerimizi kaldırıp dua ederdik. Musibetli günlerde ellerimizi ters çevirip musibetten Allah'a sığınırdık. "Ya Rabbi, sen bilirsin. Sen Türk, milletin muhafaza et!" diye yalvarırdık. Ümidimizi kesmiştik, kendimizi değil, sadece vatanımızı ve milletimizi düşünüyorduk. Meclisin en yaşlı temsilcilerinden Kayserili Alim Hoca vardı. Kötü haberler üzerine ellerimizi ters çevirip dua etmemizi o söylerdi. "Arkadaşlar bu Hazret-i Peygamberin duasıdır, böyle edelim." derdi.

Bütün memleket düşmanlar tarafından istilâ edilmişti. Mecliste toplanmış vatanın durumunu konuşuyorduk. Her yerden kara haberler geliyordu. Konya'da isyan olmuş, yok Bolu'da isyan olmuş... Hep böyle haberler geliyordu.

Mecliste oturmuş bir sohbet toplantısı yapıyorduk. Orada Mustafa Kemal Paşa ve Bediüzzaman da vardı. Mustafa Kemal: 'Hocam bizim gayemizi biliyor musun? Nedir acaba?'

Bediüzzaman cevaben:

"Biliyorum... Bu vatanı kurtarıp, düşmanı bu topraktan atmaktır." dedi.

Yine Bediüzzaman, "Ben sizin bu gayenizi biliyorum." dedi ve şöyle devam etti. "Bir binayı yaparken adalet üzerine kurmalıdır. Siz böyle bir adalet ve temel üzerine kurduktan sonra, Allah sizi muvaffak eder."

Bediüzzaman'ın Atatürk'le konuşmaları bu şekilde olmuştu. O günlerin bütün sohbetleri ve konuşmaları, bir an evvel vatanın kurtulmasıydı. Mustafa Kemal Paşa, Bediüzzaman'ın daha önceleri harplerde gösterdiği kahramanlıkları yakînen biliyordu.

Benim daha sonraki yıllarda Bediüzzaman ile uzun uzun konuşup, ahbaplık etmem Kastamonu'da olmuştu.

- Siz Kastamonu'ya niçin gitmiştiniz?

Tunceli harekâtından sonra bizi Kastamonu'ya sürgün göndermişlerdi. O yıllarda Bediüzzaman da orada bulunuyordu.

- Kastamonu'da Bediüzzaman'la karşılaşmanız nasıl oldu?

Kastamonu'da Hacı İbrahim Dağı vardı. Oraya sık sık giderdi. Dağda dua eder, ibadet ederdi. Kastamonu'nun yüksek bir kalesi vardı. Bediüzzaman ara sıra bu kaleye de çıkardı. Diyarbakır Milletvekili Ali Özkan Beyle birlikte yanına gitmiştik. Eski günleri biraz yad ettikten sonra, bir ara Bediüzzaman bana, "Sizin aslınız nereden gelmiştir?" diye sordu.

Ben de bizim aslımızın Asya'dan geldiğini söyledim. Kendisi bu mevzuda daha bazı sualler sormuştu. Bu ilk görüşmemizden sonra, müsait zamanlarda yanına gidiyordum. Yine bu aslımız konusunda sohbet ederken, ben bizim aslımızın Zeynelabidin Hazretlerine kadar uzadığını söyledim.

Kendi benim aslımı ve şeceremi sorduğu için ben de kendisine, "Peki Üstadım, siz beni sordunuz, ben de söyledim. Peki sizin aslınız ve şecereniz nereye dayanıyor?"

Kendisiyle samimi bir ahbap olmuştuk. Rahatlıkla konuşuyorduk. Bana şu cevabı verdi:

"Benim annem evlad-ı Resûl'dendir. Annem Nuriye Hanım, Hazret-i Hasan'a dayanmaktadır. Babam ise oranın yerlisidir."

Aslına ait bu bilgileri söyledikten sonra "Demek ki asılda birleşiyoruz. Esasat ve kökte aynı nesle dayanıyoruz." dedi.

Üstada tahsili konusunda bazı sorular sormuştum. Bunlardan birisinde de bir sene zarfında bütün ilimleri nasıl elde ettiğini ve nasıl Bediüzzaman olduğunu sormuştum. Bediüzzaman lâkabını kendisine zamanın büyük âlimlerinin verdiğini, bütün ilimleri de gençliğinde çalışarak hafızasına aldığını ifade etti.

- Kendisiyle başka hangi konularda konuştunuz?

Konuşurken şahsiyet mevzuunda konuşmazdı. Din, iman ve Kur'ân mevzularında konuşurdu. Gayesi insanlığı doğru yola sevketmekti. İnsanı insan etmek isterdi.

Kastamonu'da yine bir gün kar vardı. Bana dedi ki:

"İnsan bu dünyada bir ağaya çoban olur. Veya ona ortakçı olur. Zamanı yirmi dört saate taksim et. Yirmi iki saat gez, ye, iç, yat, geriye iki saat kalıyor. Bu iki saati ağaya hizmetle geçirmezse, ne kadar haksızlık ve zulmeder elbette anlaşılır."

Bediüzzaman hep böyle ibadet ve ahlâka ait sohbetler yapardı. Ben 1939 senesinden sonra iki sene Kastamonu'da kaldım. Kastamonu'dan sonra beni Kayseri'ye verdiler. Altı sene de Kayseri'de kaldım. Kastamonu'da onunla çok mesut anlarımız ve sohbetlerimiz olmuştu. İman ve fazilet dolu bir şahsiyetti. Bu vatanın yetiştirdiği müstesna bir insandı.

(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV)

Kategorileri:
H
Okunma sayısı : 4.190
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...