İSMAİL DOYUK
İsmail Doyuk Ağabeyimiz 19 Nisan 2011 tarihinde, Bursa’da, kendi evinde misafir etti bizi. Bursa’dan, Hz. Üstad’ı ziyareti olan çok eski bir ağabeyimiz Erdoğan Utangaç ve Osman Zengin kardeşimiz ile beraber gerçekleşti bu ziyaretimiz.
İsmail Doyuk’un, Hz. Üstad’a çok sayıda ziyaretleri ve beraberlikleri var. Bunlardan en önemlisi, Bediüzzaman Hazretlerinin 1952 İstanbul Gençlik Rehberi Mahkemesi için, Adliye binasına İsmail Doyuk ve Ahmet Atak’ın kolları arasında gitmesidir. Bunu gösteren o sırada çekilmiş birkaç fotoğraf da vardır. Hz. Üstad’ı gösteren bu fotoğraflar daha önce hiç yayınlanmamıştır. Ayrıca, Üstad’ın diğer kolunda bulunan Ahmet Atak ağabeyi de Ankara’da kendi evinde ziyaret edip görüştüm ve aynı hadisenin teyidini kendisinden dinleyip kameraya kaydettim. Fotoğrafları neşrediyorum.
İsmail Doyuk Ağabeyin Hz. Üstad’la ilgili tarihi hatıralarını kaydettikten sonra, dosyalarını karıştırırken çok önemli bir belge gördük. Belge orijinaldi. Daktilo ile yazılmıştı. Kâğıda yapıştırılan pulların ve Hz. Üstad’ın mührünün rengi capcanlı duruyordu. Belge, Mustafa Sungur Ağabeye Hz. Üstad’ın verdiği vekâletti. Onu da neşrediyorum…
Anlattığı hatıralar İsmail Doyuk’a tashih ettirilmiştir.
İSMAİL DOYUK ANLATIYOR
Aslımız Üsküp göçmenlerindendir. Bursa’da Abdal Türbesinin yanında meşhur bir Abdal fırını vardır. O fırını işletiyormuş babam. Ben 1927 senesinde bu fırında doğmuşum. İlkokula geç gittim ben. Fakirlik vardı, çalışıyordum. Ama daha okula gitmeden okumayı öğrendim. Küçük yaşlarda 1600 sayfalık kitapları bile okuyordum. Okumaya karşı çok büyük ilgim vardı. Sonra sanat mektebine gittim, tesviye bölümünü bitirdim. Hocalarım illa okumamı istiyorlardı. Fakat babam evde hasta, bakıma muhtaç mecburen çalışıyordum. Sonra Yıldız Teknik Okulu’nun Tekniker Bölümünün imtihanlarına girdim ve kazandım. İki sene sonra 1948 senesinde Makine Teknikeri olarak mezun oldum. Balıkesir Sanat Mektebine öğretmen olarak tayin ettiler beni.
Sen Askersin, İnşallah Orada Hizmet Et
1947 yıllarında Üstad’ı duymuş ve eserlerini aramıştım. Balıkesir'de öğretmenlik yaparken de Risaleleri dinlemiştim. Üstad’ı Sebilürreşad'dan da görüyor, okuyordum.
1951’de Ankara’da Yedek Subay Okulu’na gittim. Kemal Ural'la beraberdim. Ayrıca Ankara'da Ahmed Atak (Ahmet Remzi Hatip) ile de tanıştım. Onun Tarihçe-i Hayat’ta adı geçer, “Ahmet Atak” imzalı bir mektubu vardır.
Askeri okuldan dağıtımım İstanbul Yassıören’e çıktı. Ankara’dan Bursa’ya döneceğim sırada, Üstad Hazretlerinin Eskişehir Yıldız Otelinde olduğunu öğrendim. Resmi Asteğmen kıyafetleriyle Eskişehir’de uğradım. “Üstad Hazretleri hasta, kabul edemeyecek.” dediler. Ben de o gece Yıldız Oteli’nde kaldım. Sabah namazından sonra kabul etti beni Üstad. Elini öptüm, duasını aldım. “Seni talebeliğe kabul ediyorum, sen askersin, inşallah orada hizmet et.” dedi. İlk görüşmemiz bu kadar olmuştu. Bursa’ya uğrayıp birliğime gittim İstanbul’a.
Üstad Hazretleri benim ve Ahmet Atak’ın kollarında gitti mahkemeye
İstanbul’da askerliğimi yaparken hafta sonları izin alır, Süleymaniye’deki 46 Numara’lı dersaneye gelirdim. Orda tanıştım ben kardeşlerle hep. Ziya Arun, Muhsin alev, Ahmed Aytimur... Orada kalıyordu.
1952 senesinde Üstad Hazretlerinin Gençlik Rehberi mahkemesi oldu İstanbul’da. Hafta içinde olduğu için izin aldım Birliğimden. İstanbul’a Üstad Hazretlerinin kaldığı Akşehir Palas Oteli’ne geldim. O sırada Ahmet Atak Bey de Ankara’dan geldi.
Otelde herkes mahkemeye hazırlanıyordu. Üstad Hazretleri o zaman bir beni bir de Ahmet Atak kardeşi gösterdi. “Bu iki kardeşim koluma girsin.” dedi. Üstad Hazretleri bizim kolumuzda, arabaya bindik. Sirkeci Postanesi’nin oraya geldiğimizde baktık ki; mahkeme çok kalabalık. Kapıdan girmek mümkün değil. Mahkemeye arka kapısından da giriş varmış. Arka kapıdan girdik. Merdivenlerden çıkarken o sırada bir arkadaşımız fotoğraflarımızı çekti. Kimdi o çeken bilmiyorum. Üstad Hazretleri kolumuzda olarak mahkeme salonuna doğru geldik. Baktık mahkeme salonu beş-altı basamak yüksekte. O kalabalıkta birden benim ve Ahmet’in ayakları yerden kesiliverdi, havadayız. Kalabalık kucakladı aldı içeri Üstad’ı. Ben mahkeme salonuna girebildim, Ahmet girdi mi bilmiyorum artık.
Mahkeme başladı. Bir müddet sonra Üstad ikindi namazını kılmak için müsaade istedi. Mahkeme başkanı anlayış gösterdi. “Hemen bitiriyorum.” dedi ve kısa keserek celseyi başka bir tarihe attılar.
Abdulhamid Zamanında Beni Burada Gözaltında Tuttular
Mahkemeden çıktık. Üstad’ın bir kolunda yine ben varım. Çok kalabalık, polisler kordon yapmış, onların yardımıyla yürüdük. Üstad Hazretleri “Maşallah, maşallah” diye polislere taltif ediyordu. Merdivenlerden aşağı indik, arabaya bindik. Otele varınca, “Otele girmeyelim, Beyazıt’a doğru gidelim.” dedi Üstad. Divan yolundan yukarı doğru çıkmaya başladık. Çemberlitaş’a varmadan bir müze vardır. Onun karşısında bir odayı gösterdi Üstad “II. Abdulhamid zamanında beni burada gözaltında tuttular.” dedi. Gittik Beyazıt’a, Üniversite karşımızda. Bize Divan-ı Harbi Örfi’de mahkeme olduğu yerin penceresini gösterdi. Oradan da aşağıda idam edilen yerleri gösteriyorlarmış. Sonra Beyazıt Camisine girdik. İkindi nazmını kıldık, döndük otele.
Bizim Üstad’ı kollarımızda götürdüğümüz ikinci celse idi. Üçüncü bir mahkeme celsesi daha oldu.
Bu sefer Fatih’te Reşadiye Otelinde kalıyordu Üstad. Ben yine izin aldım Birliğimden. Otele geldim. Hava soğuktu, üşümüş Üstad. Dedi “Bir soba kurun.” bana. Sobasını kurmak bana nasip oldu. Bu emeğim karşılığında 100 para vermişti. Para duruyor. Üçüncü celse duruşmasında mahkemede bulunamadım.
Ankara’da Evim Kitapların Dağıtım Yeri Olarak Kullanılıyordu
1952 yılında askerden terhis oldum. Ankara’ya vazife almaya gittim. Devlet Demir Yollarında Motor Atölyesinde mecburi hizmetime başladım. Risale-i Nur hizmetlerine asıl orada başladım ben. O sırada Mamak’ta Yıldız Teknik’ten bir arkadaşımın evinde kalıyordum. Ankara’da benim adresime gelirdi bütün risaleler, mektuplar, teksirler. Evimden dağıtılıyordu. Başka türlü Suriye’den filan gelenler de oluyordu. DDY, nakil problemi olmadığından benim adrese geliyordu risaleler.
Ankara’da çıkan menfi bir gazeteye tekzip için “Üniversite Nur Talebeleri” imzalı bir mektup hazırlandı, yollandı. Bu sebeple polisler ilk önce iş yerime baskın yaptılar. Sonra eve geldiler. Kur’an-ı Kerimler, Risalelerle doluydu ev. Onları almak istediler. Rahleyi bile almak istediler. “Risalelerden birer tane vereyim.” dedim. Kabul ettiler, kitaplardan birer tane verdim onlara...
O gece karakolda nezarette kaldım. Üstad’ı Hakaret etmeye kalktılar; ben itiraz etmeye başlayınca başladılar dövmeye. Ertesi gün savcılığa intikal etti. Savcı ifademi aldı, serbest bıraktı. İki gün sonra karakoldan “İsmail Bey gel kitaplarını al, yazılı iade edeceğiz.” diye haber geldi. Gittim aldım. Kitaplar serbest olunca bu sefer aynı polisler “Bunun arkası vardır.” yani torpillidir diye iltifat etmeye başladılar. Sonra o mahkeme başka bir dava ile birleştirildi, Isparta’ya nakledildi. Sonunda beraat ettim.
Ondan sonra biz hizmetlere devam ettik. Ankara Hukuk Fakültesinin yakınlarında ben, Atıf Ural ve Ziya Nur üç odalı bir daire tuttuk. Her birimiz birer odada kalıyorduk. Ziya ile Atıf Hukuk Fakültesinde okuyorlardı. Ben DDY çalışıyordum. Bu hizmetler 1953 senesinin sonuna kadar devam etti.
Ben DDY’de çalışırken Amerikalılar on kişiyi Amerika’ya davet ettiler. Muameleler yapılırken herkesin işi tamamlandı, benimki tıkandı kaldı. Geçirdiğim mahkemeden dolayı bir türlü pasaport vermiyorlardı. Son gün, “Bugün alabilirsen ne ala. Vali bey imza ederse olur bu iş.” dediler. Son gün. O gün de Ankara Valisinin annesi vefat etmiş. Gittim, annesinin ölümünün hatırası olarak imzaladı. Bu şekilde Amerika’ya gitmiş oldum. Üç ay kadar Amerika’da Baltimur’da kaldım. Sonra bazı sebeplerden dolayı DDY’den ayrıldım. O zaman Ahmet Atak (Ahmet Remzi Hatip) arkadaşımızın İzmir Gümüldür’de bir mandalina bahçesi vardı. Bir sene orada kaldım. Memuriyet beni sarmadı. Bursa’ya gittim ve yerleştim. Halen Bursa’dayım.
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN MUSTAFA SUNGUR’A VERDİĞİ VEKÂLETİN ASLI
Adalet Bakanlığına
Ben şiddetli hasta ve çok zayıf ve ziyade yaşlı olduğumdan kendi işlerimi takip edemiyorum. Hukukumu müdafaa edemiyorum. Çoktanberi benim hizmetimde benim manevî evlâdım ve varisim, gayet sadık bir kardaşım olan Mustafa Sungur’u benim bedelime bütün işlerimi yapmak için tevkil ediyorum.
1/10/1951
Said Nursî
Yapıştırılmış iki adet renkli pul (Birisi 15 kuruşluk, diğeri 1 kuruşluk)
İki adet “Said Nursi” yazılı mühür (Birisi pulların üzerinde, diğeri pulların dışında altta)
***
İsmail Doyuk’un yarım asırlık dosyalarını incelerken elimize çok önemli bir belge geçti. Heyecan içinde altmış senedir bulunamayan bu belgenin hikâyesini sorduk İsmail Doyuk’a. Aramızda, kameraya da aldığım bir konuşma geçti. Daha sonra İsmail Ağabeyi telefonla arayarak hadiseyi tekrar anlattırdım ve teyid ettirdim.
Bursa’da İsmail Doyuk ile aramızda geçen konuşma aynen şöyledir:
- İsmail Abi bu kâğıtta ne yazıyor, bir de siz okur musunuz? (Okudu)
- İsmail Doyuk Abi, bu dilekçe orijinal mi?
- Evet!
- Fotokopi değil yani?
- Değil!
- Bu dilekçe nereden geçti sizin elinize?
- Sungur’la Ankara’da beraber bulunuyorduk. Onun Samsun’da mahkemesi vardı. O sırada eşyaları benim evimdeydi. O arada nasılsa kalmış bu.
- O eşyaların arasında mı kalmış?
- Evet, orada kalmış.
- Siz Ankara’da nerede kalıyordunuz?
- Cebeci’de bir dersanede kalıyorduk.
- Sungur Ağabeyle aynı evde mi kalıyordunuz?
- Yok, yakın yerde kalıyordu o.
- Siz Cebeci’de yalnız mı kalıyordunuz?
- Yok, Âtıf Ural bir odada, Ziya Nur bir odada, ben de diğer odada kalıyordum. Orası üç odalı bir daireydi.
- Dersaneydi yani orası?
- Evet.
- Peki, Sungur Ağabey nerede kalıyordu?
- Başka bir evde kalıyordu o.
- O zaman, Üstad Hazretleri bu dilekçeyi Sungur Ağabeye vermiş ve Ankara’ya göndermiş. Samsun’a mahkemeye giderken eşyalarını sana mı emanet etmişti Sungur Ağabey?
- Evet, eşyaları bendeydi. Bu kâğıt nasıl bende kaldı onu tam hatırlayamıyorum. Düşürdü mü tam bilemiyorum.
- Ben de bana verdiğiniz bu vesikayı yayınlamak istiyorum, müsaadeniz var mı?
- Olur. Bu belgeyi sana hediye ediyorum.
NOT: Mustafa Sungur Ağabey, Samsun’da münteşir “Büyük Cihad Gazetesine” Ankara’dan yazılar gönderir. Bu yazıların neşrinden dolayı, 19 Şubat 1953’de hakkında dava açılır ve Samsun’da 11 ay hapis yatar. İsmail Doyuk Ağabeyin bahsettiği “Samsun Mahkemesi” özetle böyle gelişmiştir.
(bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-VI(
***
1927'de Bursa'da doğdu. Evlâd-ı fatihadandır, Üsküp göçmenlerindendir. İslâm mecmuasında mesul müdürlük de yapmış, bir Nur talebesidir.
"Üstadı Sebilürreşad'dan Duydum"
İsmail Doyuk'un, Üstad Bediüzzaman'a olan mensubiyetini sohbetlerimiz sırasında, Mehmed Fırıncı Ağabeyden duyardım. Çalışmalarım sırasında Kıbrıs Nur Talebelerinden Hizber Hikmetağalar'ın merhum Âtıf Ural ile birlikte yazdıkları mektuplarını ve imzalarını görmüştüm. Bir Bursa gezimiz sırasında, Doyuk'un yuvasına misafir olduk. Anlatmaya başladı:
"1947 yıllarında Üstadı duymuş ve eserlerini aramıştım. Daha sonra Balıkesir'e öğretmen olduğum zaman Nur'ları okunurken dinlemiştim. Üstadı Sebilürreşaad'dan da görüp okuyordum. Kemal Ural'la beraber Ankara'da askerlik yapmıştım. Ayrıca Ahmed Atak (Hatiboğlu) ile de Ankara'da tanışmıştım."
"Nur câmiası ile ilk temaslarım böyle başlamıştı."
"1952 yazında Eskişehir Yıldız Otelinde Üstadı ilk defa ziyaret edip elini öptüm. Vakit sabah namazından sonraydı. Bana dua etti, ders verdi. Üzerimde yedek subay elbisesi vardı. Sonra Bursa'ya yerleştim."
"l952'de nöbetçi olmadığım günlerde Akşehir Palas ve Reşadiye Otellerine devam ediyordum. Üç yüzbaşımız vardı. Bunlar bana tedbirli ve temkinli olmamı, takip altında olduğumu söylemişlerdi. Bunun üzerine, Üstad'ın ziyaretlerini sivil olarak devam etmeye başlamıştım."
"Gençlik Renberi mahkemesinin ikinci celsesi Şubat 1952'de olmuştu. Ben de mahkemeyi takip ettim. Büyük kalabalık vardı. Ahmet Atak da oradaydı. Atak'la Üstad'ın koluna girdik. O zaman adliyeye bugünkü Sirkeci Postanesinin sol kapısından girilip çıkılıyordu."
Necip Fazıl'ın Üstadı Ziyareti
"Akşehir Palas'a gitmiştim. Mehmed Fırıncı 'Yukarıda Necip Fazıl var, o çıksın, biz girelim.' dedi. Necip Fazıl çıkınca biz yukarıya, Üstad'ın odasına çıktık. Üstad, Mehmed Fırıncı'yı sorarak, yağla undan bahsetti. Yeşildirek'te olan Mehmed Fırıncı'ya haber verdim."
Hatıranın burasında Mehmed Fırıncı şunları ilâve etti:
"Yağla unu götürmüştüm Üstada, Üstad 'Bizim memlekette yağla unu kavururlar, sen de öyle yap.' dedi. Ben de ondan yaptım. Sonra Üstad sevinçle Abdurrahman'ın tarihçesini ve üzerindeki resmi gösterdi, görüp görmediğimi sordu. Ben de ilk defa görüyordum."
Sandık Sandık Kitap
Yine İsmail Doyuk devam etti:
"Mustafa Sungur, Samsun mahkûmiyeti sırasında eşyalarını Ankara'da bana bırakmıştı."
"Demiryollarında vazife yaparken Isparta'dan sandık sandık kitaplar hep bana gelirdi. O zamanlar Mamak'ta oturuyorduk. Gelen kitapları, mektupları, hizmet malzemelerini kullanırdık. Daha sonraki senelerde Üstadı Isparta ve Emirdağ'ında da ziyaret etmiştim..."
(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-II)