MAHMUD HASIRCI (ERBAŞI)
1928'de Şanlıurfa'da doğdu. Uzun yıllar terzilikten sonra, bakkaliye işleriyle uğraşmaktadır. Cömertlik, safvet, samimiyet ve ihlâsın nurlu aydınlığında yaşayan bir Nur talebesidir. Urfa'nın İpek Palas Otelinde Üstad Bediüzzaman'ı en son ziyaret eden Urfalılardandır. Belki de en sonuncu Şâhitlerin Dilinden'
Hacı Mahmud Hasırcı Üstadı ziyaretini şöyle anlatıyor:
"Dediler ki: 'Üstad Gelmiş.'"
"Otelin önündeki kalabalıktan geçilmiyordu. Fakat Yusuf Uruntaş ile birlikte aradan sıyrılarak yukarıya çıktık. Üstad, otelin yirmi yedi numaralı odasındaydı. Kapının önünde yere oturduk. Yusuf Uruntaş Kur'ân okumaya başladı. Ben de salavat getiriyordum. Bizlere kolaylık olsun diye Zübeyir Gündüzalp Ağabey kapıyı açmıştı. Kapı açılınca Üstad'ın mübarek nur yüzlerine baktım. Üstad ağır hastaydı, uzanmıştı. Ben o sırada salavatı bağırarak getirmeye başladım. Heyecan içindeydim, az sonra Zübeyir Ağabey kapıyı kapattı."
"Ertesi günü otele yalnız geldim. Baktım polisler gelmiş. Birden kapıyı açtılar. Ben de hiç oralı olmadan doğrudan doğruya yukarıya çıktım. Baktım Bayram Yüksel Ağabey oradaydı, selâm verip yanına oturdum. 'Sen Üstad'la görüştün mü?' diye sordu."
"Gel Kahraman Kardeşim"
"Dün görüştüm?' dedim. 'Ben sana gel dersem gel, gelme dersem gelme.' dedi. 'Peki' dedim. Kapıyı vurup, içeriye girdim. Kapıda Zübeyir Ağabey vardı. Üstad baktım, gözleri berrak mavi, saçları kınalı, başında o heybetli sarığı vardı. Tam kapıyı kapadılar, ben geri döndüm, arkama bakayım dedim, baktım Zübeyir Ağabey, 'Gel kahraman kardeşim.' diye çağırdı, ben de hemen gittim."
"Üstad'ın ayakucunda bir tabure vardı. Zübeyir Ağabey orada oturuyordu. Üstad Hazretleri, Zübeyir Ağabeye hitaben, 'Niçin gelmiş, ne istiyor?' diye sordu. Üstad'ın sesi hafif çıkıyordu. Bunun üzerine, Zübeyir Ağabey bana, 'Niçin geldin, ne istiyorsun?' diye sordu. O zaman fikrimde hiçbir şey yoktu. Aniden, 'Evlatlığa ve talebeliğe kabul etmesi için geldim.' dedim. Baktım Üstad Hazretleri başını salladı. 'Evet' dedi. Zübeyir Ağabey, 'Gel, otur.' dedi. Oturdum. Az sonra kalktım, Üstad'ın elini öptüm. Zübeyir Ağabey, 'Kalk ve hemen çık, Üstad'la görüştüğünü de kimseye söyleme.' dedi.
"Ertesi gün içim çok sıkılmıştı. Yine yirmi yedi numaralı odaya girdim, Üstad beni sakalımdan öptü. Zübeyir Ağabeye, 'Bu benimle görüşmüştü, yine niye geldi?' Ben Zübeyir Ağabeye, 'Geldim, ama bu defa gitmem Ağabey.' dedim. Baktım Üstad Hazretleri tebessüm buyurdular. Zübeyir Ağabey bana, 'Haydi emniyete gidelim.' dedi. Ben Emniyet Müdürünü tanıyordum. Zübeyir Ağabey tanımadığı için beraberce gittik. Emniyet Müdürü, 'Üstadı Urfa'dan götüreceksiniz. Şayet götürmezseniz, biz cebrî olarak göndereceğiz, Üstad'ınıza söyleyiniz.' dedi. Zübeyir Ağabey ise, 'Biz Üstadımıza bir şey söyleyemeyiz.' karşılığını verdi.
"Evet, Biz Camidiz"
"Müdür, 'Siz camid misiniz?' dedi. Zübeyir Ağabey, 'Evet, biz câmidiz, Üstad bize tekmesini nereden vurursa biz oraya yuvarlanırız. Üstadımız ne derse biz onu yaparız.' şeklinde karşılık verdi.
"Canımız sıkıldı, oradan döndük, geldik. 'Ne yapalım?' diye düşünürken, 'Üstadı heyete havale edelim, muayene etsin, bir şeyi yoksa rapor alırız.' dedik."
"O zaman hükümet tabibi Hasan Bafri'ydi. Doktora haber gönderdik, az sonra geldi. Üstad'ın koluna, ağzına ve başına baktı, 'Bu ihtiyar 1000 km yolu nasıl gelmiş, 40 derece ateşi var, bir yere gidemez.' diye rapor yazdı. O gün akşamüstü Üstad, saat 2-2.30 sıraları vefat etti."
"O gün sabah erken Üstadı ziyarete gidiyordum. Abdullah Yeğin Ağabeyi yolda gördüm, Üstad'ın vefatını ondan öğrendim. Daha sonra Zübeyir Ağabey ile beraber 250 yere tel çektik, herkesi haberdar ettik."
"Oradan Üstad'ın cenazesinin bulunduğu otele gittim. Ben o sırada Üstad'ın ayağını öptüm. Üstad'ın şalvarı ve sarığıyla birlikte tabuta koyduk. Ondan sonrada ben tabutu kucağıma aldım, aşağıya indirdim. Cenazeyi Dergâh'a götürdük, orada yıkandı. O esnada Zübeyir Ağabey, Molla Hüseyin, Elazığlı Ömer Hoca, Molla Hamid Hoca (o gün itikâftan çıkmıştı) gibi pek çok hoca vardı. Kefeni Zübeyir Ağabeyin yanına getirdim. Kefeni sararken yağmur da tane tane yağıyordu. Üstad'ın göğsünde bir delik vardı. Üstadı birçok defalar zehirlemişlerdi. Bütün bu zehirler kuş yumurtası kadar Üstad'ın göğsünde kahverengi bir iz bırakmıştı. Cenaze daha sonra namazı kılınmak üzere Ulu Camiye getirildi."
"Gazeteciler getirilmişti. Fotoğraf çekmeye başladılar. Bir hayli telâş çıkardılar. Oranın mânevî havasını iyice bozdular.
"Üstadı defnederken Abdülhamid adlı bir komiser 'Yasin' okuduğu için daha sonra görevinden olmuştu."
Üstad'ın Mezarını Kıran Yüzbaşı
27 Mayıs İhtilâlini müteakip Üstad'ın mezarının parçalanıp naaşının nakli hasat zamanına denk gelmişti. Biz dağdan gelmiştik, Üstadı götürmüşlerdi. Hadiseye şöyle müttali oldum."
"O gün ben damda yatıyordum. Sabahleyin üstümüzden bir uçak geçti, kalktım, 'Askerî uçak mı Ahmet?' dedim. 'Evet, askeri uçak.' dedi."
"O sırada üzerimde bir ağırlık hissetim. Gözümü açtım, baktım gerçekten askerî uçak. Ziya Küçük diye bir kardeşimizin kardeşi vardı, az sonra geldi. Kapıyı vurdu, aşağıya indim, kapıyı açtım, baktım kekeme konuşuyor."
"Aman... Aman... Ağabey Üstad'ın mezarını kırıp çıkarmışlar...' Dedim, 'Hiç merak etme kardeşim Mustafa! Zaten Üstad'ın vasiyeti vardı.' Mustafa'yla beraber mezarın bulunduğu yere gittik, çok kalabalıktı. Temizlik yapıyorlardı. O gün vazifeli olan yüzbaşı, askerlere, 'Mezarı kırın!' deyince birisi ben kırmam dediği için onu öldürmüşler, diye duymuştuk."
"Aynı gün Yusuf Paşa Camiinde, hudutta öldüğü söylenen bir askerin cenaze namazını kıldılar. Aradan 15-20 yıl geçmişti. Hacı Mahmut Abacı isminde bir baba dostu vardı. İstanbul'da ziyaretine gitmiştim, bana şöyle demişti:
"Ya, Mehmed Kardeşim! Üstad'ın mezarını kıran yüzbaşı geçenlerde felç olmuş, bir odaya atmışlar, bakılmaz bir hale gelmiş, o şekilde eziyet görmüş, sonra perişan bir halde ölmüş gitmiş."
(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV)