MUSTAFA BOLAY
Öğretmen Mustafa Bolay, 1891 yılında Konya'nın Hadım kazasının Bolay köyünde doğdu. Birinci Cihan Savaşında çarpıştı. Ruslara esir düştü. Bediüzzaman'ın esaret arkadaşıdır.
Mustafa Bolay'ın yaşından umulmayacak kadar dinç ve kuvvetli bir hafızası var. Hatıralarını dinlemek istediğimiz zaman memnuniyetle kabul etti. Bediüzzaman Said Nursî ile ilgili hatırladıklarını bize şöyle anlattı:
"Ona Meşhur Said Derler"
"Ben Bediüzzaman'ı Balkan Harbinden önce tanımıştım. O zaman İstanbul'da talebeydim. 1911 senesinin Temmuz ayında İstanbul'a gitmiştim. O zaman, hemen hemen İstanbul'da Onu tanımayan yok gibiydi."
"Sultanahmet taraflarında çok bulunurdu. Başında sivri bir külâh, belinde bir hançer, allı, yeşilli bir elbisesi vardı. 'Meşhur Bediüzzaman' diye herkes Onu bilir ve tanırdı."
"Ben de ilk gördüğümde yanımda bulunan Ağabeyim İsa'ya 'A... Şu zat kim?' diye sordum. Ağabeyim de o zaman talebeydi. 'Sus ayıptır... Ona meşhur Said derler, lâkabı Bediüzzamandır. O böyle bir âlimdir ki, İstanbul'da Onun karşısına çıkacak kimse yoktur.' dedi."
"Daha sonra Birinci Cihan Harbi patlayınca, beni Yakacık talimgâhından Kafkasya'ya sevkettiler. Harpler esnasında Erzincan'ın kuzeyinde Ruslara esir düştüm. Kalçamdan şarapnel yarası almıştım. Ruslar bizi dört atlı arabalarla Trabzon'a götürdüler. On bir gün yaramıza bakan olmadı, ızdırab içinde kıvranıp duruyorduk. Nihayet bizi Batum'a götürdüler. Batum'da hastanede seksen beş gün yattım ve tedavi gördüm. Oradan karargâha, sonra Tiflis'e götürdüler. Tiflis'te de on beş gün kaldım."
"22 Temmuz 1916'da Rusların eline esir düşmüştüm. Nihayet bizi Volga kenarındaki bir Rus şehri olan Kosturma'ya gönderdiler. İşte, Balkan Harbi yıllarında İstanbul'dan tanıdığım Bediüzzaman Said Nursî'yi ikinci defa, esarette Kosturma'da gördüm. Kendisiyle Kosturma'da altı ay beraber kaldım. Orada bir yaz geçirdim. Daha sonra Norini Gulabiç'e sevkettiler. Obi Nehri üzerindeydi. Orada da üç ay kaldım."
"Esaretten kurtuluşum da yine bir Temmuz ayında oldu. 7 Temmuz 1918'de Salib-i Ahmer (Kızılhaç) treniyle Varşova'ya geldim. Bediüzzaman çok mehabetli bir şahsiyetti. Onun heybetinden insan korkardı. Yanına kolay kolay herkes yaklaşamazdı. Onu öldürmek istemişler. Bizim bulunduğumuz kampa Rus Albayı (Askerî Şube Reisi) getirdi kendisini."
Abdurrahman Nursî'nin Yazdıkları
Mustafa Bolay'ın anlattıkları, Bediüzzaman'ın yeğeni Abdurrahman Nursî'nin yazdıklarını teyid etmektedir. Abdurrahman Nursî, bu esaret olayı ile ilgili, bizzat amcası Bediüzzaman'dan dinlediğini şöyle ifade ediyor:
"Amcamı, Van, Culfa, Tiflis, Kiloğrif ve Kosturma'ya sevkettiler. Bu yollarda maruz kaldığı tehlikeleri, (hattâ birkaç defa Rus zabitleri öldürmek istemişler. Öldürdükten sonra da intihar etti diye zabıt tutacaklarmış) ben bütün bunları tafsilâtıyla yazmak istedim. Fakat kendisi müsaade etmediği için kısa kestim."
Yine Abdurrahman Nursî bu konuya başka bir münasebetle temas ederek, şunu yazıyor:
"Pasin cephesinde, büyük musibet ve felâketlere uğramıştık. Gerek harpler esnasında, gerek esarette çektikleri zahmet ve eziyetleri yazmaya teşebbüs ettim. Birinci Cihan Harbinin aleyhimizde neticelenmesinden dolayı müsaade buyurmadı. Binaenaleyh gayet kısa yazmaya mecbur oldum."
"Türkî Molla"
Yine Mustafa Bolay'ı dinlemeye devam edelim:
"Üsteğmen Ahmet Efendi vardı. Kendisine hizmet ederdi. Bazen camide Mesudiyeli Abdurrahman Efendi imamlık yapardı. Ekseriyetle imamlığı kendisi yapardı. Rus askerleri ve subayları da ona karşı hürmetliydiler. "Türkî Molla! Türkî Molla!' diye bahsederlerdi."
"Normal zamanlarda bizim gibi bir adam sanırdık. Fakat ilmî meselelere gelince birden lisanı değişiyordu. Bir gün sohbette Kur'ân-ı Kerim'in tercüme meselesi konuşuluyordu. 'Hakiki tercümenin mümkün olmadığını" ifade etti."
"Nikola kampa geldiğinde sen orada mıydın?"
"Bu esaretten yıllar sonra, kendilerinin Emirdağ'da olduğunu işittim. Bu sıralarda, Kosturma'da Rus kumandanına karşı ayağa kalkmadığını duymuştum. Bu hâdiseyi bir de kendisinden dinlemek istedim. Emirdağ'da sohbetimiz sırasında, bana, 'Kardeşim, Nikola kampa geldiğinde sen de orada mıydın? Aramızda geçen hâdiseyi sen de gördün mü?' dedi. Ben, 'Görmedim, fakat duydum, hocam.' dedim. Böylece kendisinden bizzat öğrenmek istediğim mesele de aydınlığa kavuşmuş oldu."
(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-I)