MUSTAFA GÜL
1915 ISPARTA Sav köyü doğumlu Mustafa Gül Ağabeyimiz, bu mübarek beldenin en sadık ve en çok hizmet eden ailelerinden birine mensuptur. Hafız Mehmet Gül, Ali Gül, Mustafa Gül, Ahmed Gül… hepsi kardeş, hepsi Savlı Nur kâtibi. En zor şartlarda senelerce Risale-i Nurların yazıldığı Mustafa Gül Ağabeyin evinin dershane kısmı aynen muhafaza edilerek Bayram Yüksel Ağabey tarafından yedi katlı olarak yeniden inşa ettirilmiştir. 1985 senesinde vefat eden Mustafa Ağabeyin mezarı Sav kabristanındadır.
Ankara’da talebeyiz… 1972 senesinin Mayıs ayında Mehmed Kurdoğlu, İsmail Anbarlı, Selahaddin Yeşilyurt başta olmak üzere, diğer talebelerle birlikte Isparta ve civarı seyahatine çıktık. İlk durağımız, Isparta’nın Sav karyesi. Bin kalemle Risale-i Nurların yazıldığı mübarek belde... Bu köyün mübarek kahramanlarından çoğu vatan-ı aslîlerine gitmiş. Ama birisi var ki, eviyle beraber Sav’ın sembolü, Sav’ın manevî bekçisi: Mustafa Gül… Mustafa Ağabey, risalelerde adı çok geçen Hafız Mehmet’in kardeşi, Tevfik Gül’ün amcasıdır. İbrahim Gül ile amcaoğludur.
Senelerce tarihî hizmetlere şahit olmuş olan Gül Ağabeyin evinin bahçesine ilk girdiğimizde bizi cezp eden ilk şey, dağdan gelip, bel kalınlığındaki bir çelik borudan sür’atle ve büyük bir uğultuyla iki-üç metre ileriye doğru fışkıran bir su oldu. Bahar ayındayız. Evin bahçesi, çevresi, her taraf yemyeşil, her taraf pırıl pırıl… Sirke ağaçlarını ilk defa orada gördüm... Bu manzara, bizim gibi şehirden, beton yığınları arasından gelmiş olanlara tarif edilmez bir haz verdi. Sav’da ilk dikkatimi çeken şey, erkeklerin sarıklı, hanımların çarşaflı oluşu idi; şapka oraya girmemiş...
Çok Şefkatli ve Kâmil Bir İnsan
Mustafa Gül Ağabey, bizi coşkuyla, sevinçle karşıladı. O kadar tevazu ve şefkat sahibiydi ki, bizleri sevgi ve şefkatinden telâşla bağrına basıyor, âdeta oturtacak yer bulamıyordu.
Çok büyük hizmetlere vesile olmuş olan evi henüz orijinal halde, ilâveler yapılmamış. Bizi evini gezdirdi. Üstad’dan tashihli, kendi yazdığı risaleleri, risale yazılan yerleri, dolapları gösterdi. Sonra oturduk, Osmanlıca Mektubat’tan ders okuyuverdi. Üstad’la alâkalı herhangi bir hatıra anlatmadı. Biz de sormadık, zaten lisan-ı hali yetiyordu...
Mustafa Gül Ağabey Çok Kâmil Bir İnsan.
Üstad’ımızın, “Kemal ise, başka bir sebep, bir garaz lazım değil. O bizzat sevilir. Mesela, eski zamanda sahib-i kemalât insanları herkes sever, onlara karşı hiçbir alâka olmadığı halde istihsankârane muhabbet edilir”, “Kemal dahi, bizzat mahbuptur, sebepsiz olarak sevilir”, “Cemal hem kemal, ikisi de mahbub-u lizâtihîdirler. Yani bizzat sevilirler…” gibi sözlerini ben, Mustafa Gül gibi ağabeyleri tanıdıktan sonra iç âlemimde onların kemalâtına karşı doğan samimî muhabbetle bizzat anlayabildim...
Vedalaşırken Gül Ağabeyden Üstad’ın el yazısından bir parça istirham ettim. Hemen elindeki Mektubat kitabının Mucizat-ı Ahmediye kısmından, Üstad’ımızın sayfanın kenarına çıkıntı yaparak tashih ettiği cümleyi bir bıçak getirerek kesip verdi.
O kadar şefkat gösteriyordu ki, koskoca ciltli kitabı hiç düşünmeden kesiverdi… Arkasına ayaküstü aceleyle bir dua bile yazıverdi... Bir ana, bir baba şefkatindeydi. Şimdiki aklımla düşünüyorum da kitabı kestirdiğime üzülüyorum! Mustafa Gül Ağabeyi bir daha 1976 senesinde Tahiri Mutlu Ağabeyin cenazesinde gördüm.
Risale-i Nur’da Mustafa Gül
Birçok mektup, müdafaa ve bir vasiyette Mustafa Gül adı geçmektedir:
“Aziz, sıddık kardeşlerim! Ben size bugün mektup yazacaktım. Ziyade rahatsızlığım sebebiyle telâşta iken, aynı dakikada Mustafa Gül ve İbrahim Gül geldiler. Hem bana ilâç, hem teselli, hem büyük sevince vesile olduklarından, o iki mübarek kardeşimi benim vekillerim ve bir mektup olarak size gönderiyorum. Onlar birer Said olarak benim bedelime sizi ziyaret ve tebrik edip, sair şeylerimi de size beyan etsinler.” (Emirdağ Lâhikası-II, 56)
“Şimdi manevî evlatlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Mustafa gibi ve has ve halis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum…” (Emirdağ Lâhikası-II, 217)
(bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-I)
***
Bir hakikat kahramanı olan Mustafa Gül Ağabeyimiz yıllarca evinde Nur ve gül kâtipliği yapmıştı. Yazdığı Nur Risalelerinde, hep Nur Üstad'ın dualarını okuyorduk. On dokuzuncu yüzyılın son yılında Sav'da dünyaya gelen bu bahtiyar Nur kâtibi, yine doğduğu köyde, 1985 yılının Kasım ayında ebediyete kavuşmuştu.
Kendilerini son ziyaretlerimde aziz hatıralarını bana şöyle anlatıyordu:
"İlk Ziyaretim Medrese-i Yusufiyede Oldu"
"Üstad Bediüzzaman'ı daha önceleri manen tanırdım. Daha sonraları ise maddeten gördüm ve tanıyarak feyizyab oldum. 1942 yılının sonlarında, Kastamonuda hapsedilerek getirilip, Isparta Hapishanesine konulmuştu. Kendisi her şeyi güzel görüp, güzel gösterdiğinden, hapishaneye "Medrese-i Yusufiye" diyordu. İşte benim de ilk ziyaretim bu Yusufiye Medresesinde olmuştu."
"Masum Nur talebelerini Denizli Hapsinde toplamışlardı. Bu hapishaneye bizim Sav köyünden de on beş kişiyi alıp götürdüler."
"Üstada, yazdığımız kitapları ve Isparta gülleri götürmüştüm. Hapishanenin penceresinden bizlere yaptığı iltifatlar, hayatımın en mesut hatırası oldu. Bana oradan 'Sav'dan mı geldin?' diye soruyordu. Ben de 'Evet Üstadım, Sav'dan geldim' diye cevap vermiştim. O zaman benim kardeşim Ali Gül de Üstad'la birlikte Denizli Hapishanesinde verilecek beraatin kararını bekliyordu. Bu bekleyiş tam dokuz ay sürdü. Sonunda suçlu olmadıklarını anladıklarından Nur Üstadı ve Nur talebelerini serbest bırakıp, beraat ettirdiler."
"Yarım asırdır, hep Nur Üstad'ın himmetleriyle ve feyizleriyle yaşadım."
"Denizli Hapsinde Kuleönlü’lü bir jandarma vardı. Bu jandarmanın eliyle Üstadımıza vereceklerimizi gayet rahat verip gönderirdik. Bu jandarmayla Isparta'nın gül yağını ve Sav'da yazılan risaleleri Üstada ulaştırdık."
"Asılsız bir telâş ve bir korkuyla, evimizdeki küçük notlarımızı bile sanki devleti yıkacağız gibi toparlayarak, ellerimizi bağlarlar, bizleri kamyonlara doldurur, götürürlerdi. Sonunda hep beraat ederek tekrar yuvamıza dönerdik."
"Hizmetimiz esnasında Üstad bizlere çok iltifat eder, dualar eder, çok teşvik ederdi. Mesnevî-i Nuriye mecmuasının sonundaki yazıyı Ceylân Çalışkan yazmıştı. Üstad bize iltifat olarak, benimle Tahirî Mutlu'nun isimlerini yazmıştı. Nurlarda isim, resim değil, hizmetler ve ihlâs ehemmiyetlidir."
Üstad'ın Mektubu
Şualar, Mesnevî-i Nuriye ve Emirdağ Lahikası gibi eserlerde imzası, bahsi bulunan, ismi gibi kendisi de sanki bir gül olan merhum Mustafa Gül'ü, Nur Üstad bir Nur mektubunda şöyle ifade etmektedir:
"Aziz sıddık kardeşlerim!"
"Ben size bugün mektup yazacaktım. Ziyade rahatsızlığım sebebiyle telâşta iken, aynı dakikada Mustafa Gül ve İbrahim Gül geldiler. Hem bana ilâç, hem tesellî, hem büyük sevince vesile olduklarından, o iki mübarek kardeşimi benim vekillerim ve bir mektup olarak size gönderiyorum. Onlar birer Said olarak benim bedelime sizi ziyaret ve tebrik edip, sair şeylerimi de size beyan etsinler."
Beraat Kararı
Isparta Sav köyünün Nur kâtiplerinden Mustafa Gül'ün, otuz yıl önce Türk adliyesinde aldığı bir mahkeme kararı:
T.C
Isparta C. MüddeiumumîliğiSayı: 954-311
Esas:
Karar: Takipsizlik kararı"Laikliğe aykırı olarak devletin içtimaî, iktisadi, siyasi ve hukukî temel nizamlarını dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla bir kısım şahıslar tarafından tesis ve teşkil eden, Nurcular cemiyetine girmekten maznun, Sav köyünden Ahmed oğlu 1915 doğumlu Mustafa Gül hakkında memuriyetimizce cemiyetin faaliyet merkezi Isparta olması bakımından topluca yapılan hazırlık tahkikat sonunda:
"Maznun gösterilenlerin Said Nursi'nin liderliği altında Nurcular ve Nur talebeleri adı altında tesis ve teşkil edilen gizli cemiyete girdikleri ve girmek için başkalarına yol gösterdikleri anlaşılmış ve her ne kadar bir kısım maznunların evlerinde ve iş yerlerinde usûlûne tevkifan yapılan aramalarda Said Nursî'ye ait eserler bulunmuşsa da maznunlardan bir kısmının aksi sabit olmayan müdafaaları veçhile, bu eserleri merak saikasıyla okumak için tedarik ettikleri, bir kısım eserlerin de Nurcular tarafından kendilerinin mâlumatı haricinde maznunlardan bazılarının gösterildiği sabit olmuş ve yukarıda isimleri yazılı şahıslardan hiçbirinin faal bir durumu tesbit edilmemiştir. Maznun gösterilen umumiyet itibariyle müdafaalarında Nurculuk diye bir cemiyet tanımadıklarını, Said Nursî'yi ancak büyük bir İslâm âlimi tanıdıklarını, fakat hiçbir şekilde ve bir maksat tahtında münasebet tesis etmediklerini, Nurcular adı altında gizli bir cemiyetin varlığından bile haberdar olmadıklarını, Risale-i Nur'ları Kur'ân'ın bir tefsiri olduğu için sevip okuduklarını beyan etmişler."
"Netice itibariyle suçlulukları hiçbir veçhile sabit olmayan ve haklarında mahkemeye sevklerinde yeter derecede bir delil bulunmayan, maznun gösterilenler hakkında C.M.U.K. 163 ve 164'üncü maddeleri gereğince takibat icrasına mahal olmadığına, kararın birer suretinin maznun sıfatıyla ifadesi alınmış bulunanlara tebliğine ve bunlardan zaptedilen, hakkında selâhiyetli mercie verilmiş bir müsadere kararı mevcut olmayan ve suç delilleri bulunmayan kitap ve vesairenin sahiplerine iadesine 22 Mayıs 1954 Cumartesi günü kabil-i itiraz olmak üzere karar verildi. 22.5.1954"
Cumhuriyet Müddeiumumi
Rabi Aktürk
(İmza resmî mühür)
(bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV)