RAMAZAN BALCI
“Mekke’de de Olsam Yine Türkiye’ye Gelirdim”
Bediüzzaman, birilerinin mahkûmu olduğu için Türkiye’de duruyor değildi. Alıp başını gitmek istese ona hiç kimse mâni olamazdı. Belki de bunu ne kadar isterdi… Ama o, her defasında dünyanın kalbine, İstanbul’a yöneldi...
Bir kere, 500 yıllık hilâfet saltanatının merkezi olan bu vatana bütün kalbiyle bağlıydı. İkinci olarak, bin yıldır İslâm’ın bayrağını şerefle dalgalandıran Türk Milleti’ni çok seviyordu. Üçüncü olarak “medeniyetlerin duruşması” bu ülkede yapılacaktı. İslâm’ı kendi vatanında boğmak isteyen Avrupa’nın dine karşı olan akımlarıyla hesaplaşma bu topraklarda yapılacak, bayrak düştüğü yerden kaldırılacaktı.
Küfrün liderleri ve vasıfları çoktu, ama iman cephesinde emanet şimdilik onun omuzlarındaydı.
İmam Bediüzzaman, zaman zaman kendisine yapılan yurt dışı tekliflerini bu şuurla reddetti.
Pakistan Maarif Nazır Vekili Ali Ekber Şah, Üstad’ı Emirdağ’da ziyaret etmiş, kendisini Pakistan’a davet etmişti. Orada kendi emrine her türlü imkân, radyo istasyonu ve matbaa vereceklerdi.
Üstad, “Kardaşım Ali Ekber Şah! Bu hizmetleri göğüs göğüse yapmak icap ediyor. Siperin arkasında hizmet olmaz. Esas hastalık burada başladı. Ben Mekke’de de olsam buraya gelirdim. Asıl hizmet buradadır, cephe buradadır.” cevabını verdi.
Bir başka talebesi Hicaz’a yerleşmek istiyordu:
“Hicaz’a gitmek istediğimi söyleyince ‘Niye?’ diye sordu. ‘Efendim, memleketin hâlini görüyorsunuz. Gittikçe daha fenalaşacak. Orada olsam çocuklarım da kurtulur, ben de…’ dedim.
“Kardeşim, ben orada olsam buraya gelirdim. Âlemi İslâm kapısının kilidi, Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı âlem-i İslâm üzerine açar. Katiyen buradan gitmek için izin yok!’ dedi.”
İmam Nursi, yeni kapıların yolunu açtı. Doğu ve Batı’yı birbiriyle birleştirecek bir iman köprüsü kurdu. Bu kapıyla Türkiye yeniden İslâm âleminin liderliğini kazanacaktı. Avrupa medeniyeti, içine düştüğü bunalımdan çıkış yollarını bu kapı sayesinde öğrenecekti…
(Halil DÜLGAR, Yazarların Gözüyle Bediüzzaman'ı Tanımak)