SUAD ÜNLÜKUL
1929'da Osmaniye'de doğdu. Eskişehir'de Trafik Başkomiserliği, Konya'da Ahlâk Zabıta Başkomiserliği ve Gülşehir'de Savcı Kâtipliği olmak üzere yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptı. 4 Ekim 1993'te Pazartesi günü İstanbul'da vefat etti.
"Amcam Said Nursi"
Çırpınan Karadeniz, hafif dalgalarla, Giresun sahillerini okşuyordu. Ufukta sema ile birleşen deniz, sahilde bazen hırçınlaşıyor, bazen sakinleşiyordu. Dalga dalga, bıkıp usanmadan kıyı şeridini ak köpükleriyle yıkıyordu.
Yârin dalgalanan zülfüne bende olana şâir, "Esme ey bâd esme, canan uykuda" diye sızlanıyordu. Herkes elindeki aynanın rengiyle görüyordu dünyayı.
Dalgaların sesini duyduğumuz gibi, eğer dilinden, ne konuştuğunu da anlayabilseydik, Kırım'dan kopup gelen köpüklerden Sinanlar'ın atının nal sesini, Giraylar'ın tekbirlerini dinleyebilecektik.
Geride yükselen, zümrüt renkli yamaçlar, güzel dekoru tamamlıyordu. Sonsuz mavilik ufku, gözlerin gıdası yeşillik mahşeri, en sevgili dostlarla, en güzel konunun sohbeti.
İşte Giresun kıyılarında duygularımızın ifadesi. Hayır hayır, hislerimizin mümkün olmayan ifadesizliği. Ah! Ne olurdu kalbimizin dili olsaydı da duyduklarını dile getirebilseydi. O zaman dilsiz kalbimizden bîzar olmazdık.
Kalem, edebiyat sevdasıyla daldan dala atlıyordu.
İki yakası bir araya gelmeden ey kalem! Edebiyatı ediplere bırak da Giresun koyunda yağız çehreli adamın anlattıklarını bir araya getir. Saf gerçeğin berrak yüzüne ayna ol.
Yaz mevsiminde Karadeniz başka, bam başka oluyor. Bu yeşil mevsimde Giresun'da komiserlik vazifesini yapıyordu.
Said Nursî'nin kardeşi Abdülmecid Ünlükul'un oğluydu. Milyonların Üstad'ına 'Amca' diyordu, 'Seyda' diyordu, bazen de 'Üstad' diyordu.
Merhum pederi de 'Seyda' dermiş. Bu hatıraların hatırı için, biricik oğluna Seyda ismini vermişti.
"Seyda", Şarkın, Doğu Anadolunun en samimi, en kalbî bir hitap ifadesidir. Gönüllerden kopup gelir, Şarklının "Seyda" deyişi. Bu kelimede, bu isimde Şarkın buram buram safveti, samimiyeti kokar. Şark insanının kalb temizliği, misafirperverliği, bütün kaba görünüşüne rağmen, altın yüreği parlar "Seyda"nın altında.
Abdülmecid Ünlükul'un Rabia Hanımından dört evlâdı olmuştu. Bunlar: Nihad, Fuad, Suad ve Saadet.
"Gel Suad, Üstad seni bekliyor"
Suad Ünlükul, amcasını hayatta iken bir defa görmüş. Bir ömür, hasretlik, gurbetlik ateşiyle geçmiş.
1959 senesinde artık bu hasrete dayanamıyor. Babasından izin alıyor. "Gideceğim baba, amcama, Seyda'ya" diyor. Artık bu son isteği reddetmiyor rahmetli babası, "Peki git" diyor. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:
"Emirdağ'a inince, rastladığım bir kahveci garsonuna sordum: 'Bediüzzaman nerede oturuyor?' Garsonun tarifiyle az sonra Seyda'nın kapısının önündeydim. Seyda'nın eşiğine bile ulaşmak artık benim için saadetlerin en büyüğüydü.
"Kapıya Tahiri Ağabey (Mutlu) çıktı. 'Gel Suad' diye çağırdılar. İçeride beni karşılayan Zübeyir Ağabey (Gündüzalp), 'Gel Suad, Üstad seni bekliyor, dün mü çıktın yola?' dedi.
"Sanki tepemden bir kazan sıcak su dökülmüş sandım. Benim geldiğimi, geleceğimi nasıl işitmişti? 'Üstad'ın haberi var mı geleceğimden?' dedim. Zübeyir Ağabey, 'Üstad geleceğini bize söylemişti' dedi. İçeri girdim, çok heyecanlanmıştım. Eline kapandım.
"Huzurdayım"
"İçeride küçük bir soba yanıyordu. Elimi bırakmıyor, hafif hafif elime vuruyordu.
"İmtihanlara girmiş ve kazanmıştım, polis olmak arzu ediyordum. Seyda'yı ziyaretimde bu arzumdan bahsettim, fikrini öğrenmek istedim. Seyda bana şu cevabı verdi: 'Bizden de bir polis olsun.'
"Amca sizin fikrinizi almaya geldim, dedim. Şayet âmir olmazsam ayrılacağım, âmir olmak arzu ediyordum.'
Üstad cevaben:
'Yok!... Yok!... Ayrılma. Âmir olursan da üzülme, olmazsan da üzülme! Şayet âmir olursan tevkif edilebilirsin. Ama üzülme!'
"Az sonra yemek geldi. Sefer tasında bir yumurta kırılmıştı. Ayrıca çorba ikram ettiler. Ben heyecan içinde, ne yediğimin de farkında değildim zaten.
"Bu görüşmenin hazzı ile kuşlar gibi uçuyordum. Arabayı hazırlattı. Ceylan Çalışkan kullanıyordu. Zübeyir, Sungur ve kendisiyle beraber arabaya bindik.
"Yol kavşağına kadar beni yolcu ettiler. Sungur'la ben idik. Ankara'da bazı işlerim vardı. Üstad, 'İşlerini Sungur yapar, sana yardım eder.' dedi.
"Üstad'ın hangi söylediği çıkmadı ki?"
"Seyda ile görüşmemizin üzerinden yıllar geçti.
"1971 hâdiselerinde, anarşistleri topluyorduk. Eskişehir'de vazife yapıyordum. Bir savcı ile takıştık. Neticede soluğu hapishanede aldık. Üç ay içeride kaldık."
Suad Ünlükul'a sordum:
"Amcanızla görüştükten sonra, tevkiften bahsetmelerini nasıl karşıladınız, böyle bir şey bekliyor muydunuz?"
Cevap verdi:
"Seyda söylesin de o çıkmasın?!. Hiç mümkün mü? Şaşar mı hiç? Üstad'ın hangi söylediği çıkmadı ki?"
Konuşmalarımız bitmemişti, ama akşamın gurubuyla garip olmuştu. Suad Ünlükul, bizi katiyyen bırakmak istemiyordu. Evinde misafir etmek arzu ediyordu. Oğlu Seyda'ya talimat bile vermişti.
Şerefli ailenin asaleti, Genç Seyda'nın güzel yüzünde de görünüyordu. Pervane gibi dönüyordu etrafımızda.
Şarkın altın kalpli ailesine akşam yemeğinde misafir olduk. O anda, o vakitte, sanki Üstad'ın misafiriydik. Sanki Seyda'nın davetlisiydik. Onun sofrasındaymışım gibi bir hal vardı üzerimde. Üç arkadaş Nurs köyünün akşam sofrasındaydık âdeta...
Geç vakitte bizi Trabzon otobüsüne kadar yolcu etti. Hiç yer bulunmayan otobüse Suad Beyin hatırı için binebildik.
Üstada mensubiyet, Seyda'ya akrabiyet, Suad Beyin ailesinde, çocukların nasiyesinde bir pırlanta gibi parlıyordu.
"Babama çok bağlıydım, yeryüzündeki yegâne varlığımız babamdı. Onun ölüm ânını hiç unutamıyorum. O kadar güzel, o kadar tatlı bir şekilde gözlerini kapadı ki, o ânı mümkün olsa tekrar tekrar yaşamak isterim. Kucağımda verdi, son nefesini." diyordu.
Suad Bey, yalnızlık, çok ulvî bir gariplik hissediyordu. Emekli olduktan sonra, "Nereye yerleşeceğiz?" diyen çocuklarına, "Neresi olsa bizim için birdir." diye cevap veriyordu.
Asil hanedanın, mümtaz bir temsilcisi olarak Suad Bey, Seyda'ya sevgi ile yaşıyordu. Kucaklaşarak ayrıldık.
(Son Şahitler kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir...)