YUSUF DEMİR

Konya’nın Çumra İlçesinin küçücük Süleymaniye Köyünde 1937 tarihinde dünyaya teşrif etti. Babasının izni ile 1952 de Konya’ya geldi ve 16 ayda Hâfız-ı Kur’an oldu. Bu arada muhtelif hoca efendilerden de sarf nahiv okudu. Daha sonra ilkokulu ve imam hatip okulunu dışarıdan bittirerek imamlık vazifesi aldı. Çeşitli camilerde vazife yaptı ve çok sayıda hâfız yetiştirdi. Konya’da, İmam Hatip Okulunda Bediüzzaman Hazretlerinin Kardeşi Abülmecid Efendiyi tanır. Ayrıca Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebelerinden Dr. Sadullah Nutku ile yakın dostlukları vardır. Üstad Hazretlerinin vefat ettiği sene Kardeşi Abdülmecit’i veda için Konya’ya geldiği sırada Dr. Sadulluh Nutku ile beraber elini öpmek ister. Fakat…

YUSUF DEMİR ANLATIYOR

Risale-i Nurlarla ve Dr. Sadullah ağabeyimle tanışmam

Risale-i Nurlarla ve Dr. Sadullah ağabeyimle tanışmam, Konya İmam Hatip Okulunu dışardan bitirmem sırasında oldu. Ben yabancı dil olarak Almanca’yı seçmiştim. Fakat hiç bilmediğim için bir hocaya ihtiyacım vardı. Dr. Sadullah ağabeye yardımcı olması için ricada bulundum. O da “tamam” dedi. Biz iki arkadaştık. Sadullah Ağabey bize 30 dakika Risale-i Nurlardan okuyor, 15 dakika Almanca veriyordu. Çift taraflı istifade ediyorduk. Bu sıralarda bir gece evde babamın müthiş bir karın ağrısı tuttu. Sabaha kadar kıvrandı. O zaman ki şartlar malum. Sabah ezanları okumaya başlayınca, Sadullah Ağabeyin evine gittim, ziline bastım. Evi bize 500 metre kadar yakındı. Hanımı camiye gittiğini söyledi. Hacı Fettah Camiine giderdi. Baktım orada. Namazdan sonra durumu anlattım. Hemen bisikletine atladı geldi. Babama şifa için gerekenleri yaptı. Bunu unutamam.

Üstad Hazretleri Konya’da

Yıl 1960. Üstad Hazretlerinin Konya’ya geleceğini haber alan Hocamız Muhterem Abdurrahman Öksüz; “Çocuklar Şehrimize büyük âlim, muhterem Üstad Said-i Nursi Hazretleri geliyormuş. Dersleri biraz kısa tutalım da Mevlâna civarındaki karşılamaya biz de katılalım” dedi. Biz bütün talebe arkadaşlarla beraber gittik ve öğle ezanına kadar dışarıda bekledik. Ezan okundu, namazlarımızı Sultan Selim Câmiinde beraberce eda ettik. Cemaat misafirini karşılamak üzere tekrar dışarı çıktı. Biz câmide üç kişi kaldık. Ben ve iyi bir Risale-i Nur Şâkirdi olan rahmetli Dr. Sadullah Nutku Ağabeyimiz ile tesadüfen namaza sonradan gelen ve karşılama ile alakası olmayan biri. Doktor ağabeyle kısa bir istişareden sonra “Üstad zaten namazını burada kılacak, burada kalmamız daha uygun olur” dedik, dışarısı da çok kalabalık. Cemaat camiden boşalınca, camiye giriş-çıkışları kapattılar. Biz de kuzey pencereden dışarıya bakıyoruz.

Kardeşi Abdülmecid Efendi ile vedalaşması

Üstad Hazretleri kalabalığın arasından kırmızı bir taksi ile geldiler. Uzunca bir zamandır görüşemedikleri kardeşi Abdülmecid Efendi (O da çok iyi bir âlimdir) ile görüşüp vedalaşma sahnesini uzaktan gördük.. Arkadaşlardan duyduğuma göre Abdülmecid Efendi elinde ufacık bir kâse çorba ile karşılar. İkramı kabul edilir. İki üç kaşık çorbadan alır, tepsiye bir lira bırakır ve vedalaşır.

Polis tekme ve yumruk atınca elini öpemedim

Baktık Üstad camiye geliyor, hem de çok sayıda polis nezaretinde. Caminin batı kapısından içeri girdiler. Ayakkabılarını çıkardı. Hizmetindeki yaşı tahminen 60 civarında olan bir kardeşimizin yardımı ile bir iki adım sonra çoraplarını da çıkardılar. Biz de hemen harekete geçtik.

Başta Doktor Sadullah Nutku Ağabey, uzunca sarığının ucunu avucuna alarak hürmetle Üstadın elini öpmeye koştu, ben de arkasından… Tam eline yaklaşırken şube müdürü olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir bey çok kuvvetli bir yumruk çıkarttı. Dr. Çevik bir hareketle darbeyi savdı. Bana da bir tekme ile mukabelede bulundu. Ben de geri çekilerek savuşturdum, fakat mübarek elini öpmek nasip olmadı. Üstad minberin yanına geldi ve namazını eda etti. Ve aynı kapıdan dışarı çıkarak Mevlana Hazretlerini ziyarete girdi. Ve zannederim Mevlana Hazretlerinin şahsında bütün Anadolu’ya veda ediyordu. Çünkü kısa bir müddet sonra Urfa’dan dünyaya da veda ettiğinin haberi geldi. Allah gani gani rahmetler etsin ve bizleri de şefaatlerinden mahrum etmesin.

Çok ilginç bir hâtıra

Bir gün bir Hocaefendi vaazında: “Kerametin 30 mertebesi vardır. En aşağısı kabir hâline vukufiyettir” demiş. Bunu duyan Konya’nın sanayici esnafından ve benim de cemaatimden olan Mustafa Karnıbüyük kendi kendine: “Ben de çoktandır dervişim, zikirle meşgulüm. Acaba o mertebeye erişebildim mi? Üçler mezarlığına gece gideyim de bir kabri dinleyeyim” demiş.

Karlı bir gün, kuzeybatısından Üçlerin bulunduğu kabre yaklaşır. “Esselâmün Aleyküm yâ ehlel kubur!” der. Ortalık, her yer bembeyaz kar. Birden kabrin yanından: “Ve Aleyküm selam!” diye bir ses gelir ve bembeyaz sarığı ve bembeyaz önlüğü ile kabrin yanından birisi ayağa kalkar. Artık bizim Karnıbüyük amca, büyük küçük ne varsa altına koyuverir ve orada dikilip kalır. Biraz sonra Doktor Abi: “Fatihanı gönder de çıkalım” der. Ama göğe mi çıkacak, yoksa kabre mi indirecek belli değil. Derken Doktor Abi yürümüş ve kenardaki bisikletini almış, bu da arkasından dışarıya çıkmışlar. Karnıbüyük: “Bisikleti görünce rahatladım. Melek olsa gökten bisikletle inemez, kabirden çıksa yine bisikletle olmaz” diye düşünürken; Dr. Sadullah Ağabey: “Muhterem tanışalım, kimsin ne tarafa gideceksin?” diyor. “Ben Doktorun ismini çok duymuştum, ama o vakte kadar tanışmamıştım. Böylece tanışmış olduk, ama olan oldu işte” diyor Karnıbüyük amca. Bu hadiseyi bana Mustafa Karnıbüyük teferruatıyla böyle anlatmıştı. Allah her ikisine de rahmet etsin. Kabirlerini nur eylesin.

Abdülmecid Efendi ile özel bir hatıram yok. İmam Hatibi dışarıdan bitirdiğim için özel tanışmamız yoktur. Ama ben onu tanıyor ve hep görüyordum. O zaman İmam Hatip okulunda “Akaid ve Kelam” hocası idi. Dersini de kitaptan değil de, not yazdırarak anlatır imiş. Biz de okul talebelerinden bu notları defterimize alıp, ders çalışırdık.

Bu kısa hâtıralarımı sizlerle paylaşmayı uygun buldum. Selam ve dualarımla…

(bk. Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-II)

Kategorileri:
Y
Okunma sayısı : 629
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...