TEVEKKÜL HAKKINDA
Aziz ve Muhterem Müslümanlar!
Hutbemiz tevekkül hakkındadır.
Tevekkülün mânâsı, Cenâb-ı Hakk'ı vekil edinmek, Allah'a güvenmektir.
Mü'minler esbaba tam teşebbüsten sonra neticeyi Allah'tan bekler ve hakikî tesiri O'ndan bilirler. Yapabilecekleri bir iş kalmayınca, güçlerinin yetmediği şeyleri Allah'a bırakıp ümitsizlikten, gam ve kederden kurtulmuş olurlar. Tevekkülün özü budur.
Tevekkül, "Allah Kerîm'dir!" diyerek çalışmayı bırakıp meskenete yuvarlanmak değil, sebeplere yapıştıktan sonra sebepleri de neticeleri de yaratanın Allah olduğunu düşünerek muvaffak etmesi için O'na dayanmak ve O'na yalvarmaktır.
Mü'minin vazifesi, hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmak, O'na tevekkülle emniyet etmektir.
Tevekkül her zaman muhtaç olduğumuz bir ilaçtır. Allah'ın kudretine istinat, hikmetine itimattır.
Emr-i kün feyekûna mâlik bir Sultan-ı Cihan'a; her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, her yerde hâzır ve nazır olan Rabbülâlemîn'e aczini ve fakrını bilip müracaat eden bir adamın ne pervası olabilir?
En dehşetli bir musibet karşısında "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn" deyip kalp rahatlığı içinde Rabb-i Rahîm'ine itimat eder, sıkıntılardan kurtulur.
Evet, Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir.
Tevekkül duygusu insan için büyük bir kuvvet kaynağıdır. İnsanı daha azimli ve kararlı çalışmaya sevkeder.
Cenab-ı Hak, "... Ve 'alallâhi felyetevekkelil mü'minûn" (Mü'minler yalnız Allah'a tevekkül etsinler!) (Tevbe, 9/51) buyurmaktadır. Ve yine:
"... Azmettiğin zaman Allah Teâlâ'ya tevekkül et! Şüphe yok ki Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever." (Al-i İmran, 3/159)
"...Kim Allah'a dayanırsa O ona yeter, Allah onun işini sonuca ulaştırır..." (Talak, 65/3)
gibi âyetlerle biz Müslümanlara tevekkülü emretmektedir.
Aziz Kardeşlerim!
Tevekkülü yanlış anlamamak için dikkatinizi şu ifadelere çekmek isterim:
"Tevekkül esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i Kudret'in perdesi bilip riayet ederek, sebeplere teşebbüsü bir nevi duâ-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı, yâni neticeleri yalnız Cenâb-ı Hak'tan istemek, O'ndan bilmek ve O'na minnettar olmaktan ibarettir."
Bu güzel anlayışı Asr-ı Saâdet'te yaşanmış bir hâdiseyle nazarınıza arzedelim:
Bir gün bir adam devesini mesicidin kapısına bırakıp Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna girmişti. Kâinatın Efendisi sordular "Deveni ne yaptın?" "Kapıya bıraktım!" dedi "Bir yere bağlayıp da mı bıraktın?" diye sordu. Adam, "Hayır, bağlamadım; sadece tevekkül edip Allah'a teslim ettim!" deyince ebedî rehberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimiz'in bu tevekkül anlayışına cevabı şöyle oldu: "Git, deveni bağla; ondan sonra Allah'a tevekkül et!"
Müslümanların halifesi Hz. Ömer (ra) bir gün çalışmayı terkederek bir yere toplanıp ömür sermayelerini boşa geçiren kimselere rastlamıştı. "Bunlar kimlerdir?" diye sordu. Cevap verdiler: "Bunlar mütevekkil insanlardır, dünya için çalışmazlar!" Başını sallayan halife şu cevabı verdi: "Bunlar 'mütevekkil' değil, 'müteekkü'dirler... Yâni hazır yiyicilerdir. Yoksa çalışmadan nasıl geçinecekler?"
Bu hadiseler bizim tevekkül anlayışımızın nasıl olacağını gayet açık göstermektedir.
Buğday elde etmek isteyen, tarlayı sürer, eker, sular, fiilî duasını yapar, sebeplere teşebbüs ve riayet ettikten sonra Allah'a tevekkül eder. Buğdayı topraktan, hava, su gibi sebeplerden değil, Allah'tan bekler.
Misalde görüldüğü gibi, insanın sadece çalışması netice elde etmek için kâfi gelmiyor. Tarla, tohum, su, ışık gibi sebepler de neticeyi meydana getirmekten âcizdirler. Bunlar İlahî kanunlardır. Bütün bu kanunların hâkimi Allah'tır.
Allah sebepleri kudretine perde yapmıştır. Perdenin arkasından nimetleri veren O'dur. Buğday elde etmenin yolu, sebepler kanununa uymaktır. Sebeplerin hakikî hiçbir tesiri yoktur.
Bir hasta, doktorun verdiği ilaçları kullandıktan sonra tevekkül eder, şifayı Allah'tan bekler.
Muhterem Müslümanlar!
Hepimiz için faydalı olacağına inandığım şu hakikatlarla hutbemizi bitirelim:
"Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin! Sen kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelâl'in memlûküsün. Öyleyse sen kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme! Çünkü hayatı veren O'dur, idare eden de O'dur."
"Hem dünya sahipsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ahvalini düşünüp merak etme! Çünkü onun sahibi Hakîm'dir, Alîm'dir. Sen de misafirsin! Fuzulî olarak karışma, karıştırma!"
"Hem insanlar ve hayvanlar gibi mevcudat başıboş değiller! Belki vazifedar memurdurlar. Bir Hakîm-i Rahîm'in nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatini düşünüp ruhuna elem çektirme! Ve onların Hâlık-ı Rahîm'inin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme!"
"Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ tâûn ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri o Rahîm-i Hakîm'in elindedirler. O Hakîm'dir, abes iş yapmaz! Rahîm'dir, rahimiyyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var."
"İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saâdet-i dâreyni iktiza eder."
İki dünyada mes'ûd olmak için tevekkül ve duaya sarılalım! Kendi vazifemizi yapalım, Allah'ın işine karışmayalım!