TÜRKÇÜLÜK
İkinci Meşrutiyet’in ilânından (1908) sonra Osmanlı aydınlarınca geliştirilen ve etkisini Cumhuriyet döneminde de sürdüren fikrî ve siyasal akımdır. Osmanlı Devleti bünyesinde milliyetçilik akımlarının gelişmesine öncülük eden Yunan milliyetçilerini Bulgar, Rumen, Sırp, Ermeni, Arnavut ve Arap milliyetçileri izlemişti. Türk milliyetçiliği, 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devletindeki son milliyetçilik hareketi olarak gelişti. Daha önce Osmanlı Devletinin varlığının ancak çok uluslu yapıya Osmanlılık kimliğinin benimsetilmesiyle sürdürüle-bileceği düşünülürken, birçok etnik grup ve ulusun bu kimliği reddederek ayrılma yolunu seçmesi Türk milliyetçiliğini güçlendirdi.
Osmanlı aydınları, Türklerin Osmanlı öncesi tarihleriyle ilk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında ilgilenmeye başladı. Mustafa Celâleddin Paşa 1869 yılında Geçmişte ve Günümüzde Türkler adlı bir araştırma kaleme aldı. Birinci Meşrutiyet’in ilânıyla (1876) yürürlüğe giren Kanun-ı Esasî’de devletin resmî dilinin Türkçe olduğunun belirtilmesi yeni eğilimi belirginleştirdi. Bundan sonra günlük gazete ve dergilerde “Türk” sözcüğü Osmanlı Devletinin kurucuları için daha sık kullanılır oldu.
İkinci Meşrutiyet’in ilânına (1908) öncülük eden İttihat ve Terakki Cemiyeti (bk. İttihad ve Terakki maddesi) başlangıçta Osmanlıcı bir ideoloji benimsemişti. Ama Meşrutiyet’in ilânından sonra Türkçülük fikri etrafında Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı gibi isimler altında dernekler kuruldu.
Cumhuriyet’in ilânından (1923) sonra da Türkçülük merkezli görüşler gerek basın-yayın yoluyla, gerek dernekler kurularak, gerekse partiler yoluyla varlığını devam ettirdi.
Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikasında, onu Kürt olmakla suçlayan Frenklik hesabına Türkçülük yapanlara karşı, bu memlekette bu milletin evladına hizmetkâr olmak için bulunduğunu söyler. Bin gafil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi’ye karşı tutmadığını ve bin cahil Kürdü, birer Türk olan Âsım ve Refet’e mukabil görmediğini belirtir. Üstad Bediüzzaman, Türkçülük perdesi altında dinsizliği yaymaya çalışan ve Türk milletini zehirleyen imansızlara yönelik şöyle der: “Bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi binler Türk şahittirler.”
Osmanlı aydınları, Türklerin Osmanlı öncesi tarihleriyle ilk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında ilgilenmeye başladı. Mustafa Celâleddin Paşa 1869 yılında Geçmişte ve Günümüzde Türkler adlı bir araştırma kaleme aldı. Birinci Meşrutiyet’in ilânıyla (1876) yürürlüğe giren Kanun-ı Esasî’de devletin resmî dilinin Türkçe olduğunun belirtilmesi yeni eğilimi belirginleştirdi. Bundan sonra günlük gazete ve dergilerde “Türk” sözcüğü Osmanlı Devletinin kurucuları için daha sık kullanılır oldu.
İkinci Meşrutiyet’in ilânına (1908) öncülük eden İttihat ve Terakki Cemiyeti (bk. İttihad ve Terakki maddesi) başlangıçta Osmanlıcı bir ideoloji benimsemişti. Ama Meşrutiyet’in ilânından sonra Türkçülük fikri etrafında Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı gibi isimler altında dernekler kuruldu.
Cumhuriyet’in ilânından (1923) sonra da Türkçülük merkezli görüşler gerek basın-yayın yoluyla, gerek dernekler kurularak, gerekse partiler yoluyla varlığını devam ettirdi.
Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikasında, onu Kürt olmakla suçlayan Frenklik hesabına Türkçülük yapanlara karşı, bu memlekette bu milletin evladına hizmetkâr olmak için bulunduğunu söyler. Bin gafil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi’ye karşı tutmadığını ve bin cahil Kürdü, birer Türk olan Âsım ve Refet’e mukabil görmediğini belirtir. Üstad Bediüzzaman, Türkçülük perdesi altında dinsizliği yaymaya çalışan ve Türk milletini zehirleyen imansızlara yönelik şöyle der: “Bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi binler Türk şahittirler.”