Lügatler :
abd : kul
ahlâk-ı Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ahlâkı, sünnet-i seniyyesi
âlem-i asgar : küçük âlem
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
cevab-ı red : red cevabı, reddedilme
cihad-ı ekber : en büyük cihat; nefis ile mücadele
diyanet : din, dindarlık
ahkâm : kanunlar, kanun hükümleri
ahlâk-ı Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ahlâkı, sünnet-i seniyyesi
aleyhissalâtü vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
berahin-i kàtıa : kat’i burhanlar; güçlü ve sarsılmaz kesin deliller
beyne’l-İslâm : Müslümanlar arasında
cehil : cahillik, bilgisizlik
cemaat : topluluk
cemiyet-i Muhammedî : Hz. Muhammed’in topluluğu, Müslüman ümmeti
cihad : mücadele etme, din uğrunda çaba harcama
cihad-ı haricî : dış düşmanla yapılan cihat, mücadele
cihetü’l-vahdet-i ittihad : birliğin birlik yönü; birliği bir araya getiren yön
ecnebî : yabancı
fakr : fakirlik, yoksulluk; ekonomik geri kalmışlık
fünun : fenler; ilim ve teknolojik unsurlar
galebe çalma : üstün gelme
hakikat : “Evet dediler”; doğru, gerçek
havale : bırakma, gönderme
husumet : düşmanlık
i’lâ-yı kelimetullah : Allah’ın kelâmını, Kur’ân ve iman hakikatlerini yüceltme, bildirme ve duyurma
icbar : zorlama; bir şey yapmada kaba kuvvet kullanma
ihtilâf-ı efkâr : fikir anlaşmazlıkları, uyuşmazlıkları
ihyâ : diriltme, canlı tutma, canlandırma
inhisar-ı kuvvet : güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması
istibdad-ı mânevî : mânevî baskı ve zulüm
kalû belâ : ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna verdikleri “Evet” cevabı
maddeten : maddî olarak
maksad : kasıt
medenî : şehirli; ilim, san’at, kültürel ve sosyal münasebetler açısından gelişmiş ve ilerlemiş olan
meslek : hizmet yolu, ekolü
meşreb : hareket tarzı, metot
meşveret : işlerin istişare (danışıp görüşme) yoluyla halledilmesi
muhabbet : sevgi
muvahhid : Allah’ın varlığına ve birliğine inan ve her şeyi bir olan Allah’a veren mü’minler
mükellef : yükümlü, sorumlu
müthiş : dehşet veren, ürkütücü
müttehid : birleşen, birlikte olan
peymân : yemin
sünnet-i Peygamberî : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şeriat-ı garrâ : büyük, parlak ve nurlu şeriat, İslâmiyet
tahallûk : ahlâklanma
teessüs etme : kurulma, tesis edilme
terakki : ilerleme, yükselme
tevhit : birleme; her şeyin bir olan Allah’a verme
vahşî : ilkel, yabani; medeni olmayan
ebed : sonsuzluk
enbiya : nebiler, peygamberler
evliya-i umûr : işlerin tedbirini yapan kimseler; yöneticiler, yönetimde bulunanlar
hablülmetin : sağlam ip; İslâmiyet, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet
hizmetkâr : hizmetçi
ihyâ : diriltme, canlı tutma, canlandırma
istibdad : baskı ve zulüm
istibdad-ı rezile : aşağılık baskı ve zulüm
istimdad : medet ve yardım isteme
istinad : dayanma, güvenme
kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek her şeyi olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kavânin-i âdetullah : kâinatta işleyen İlâhî kânunlar, yaratılış kânunları
kelâm-ı ezelî : Allah’ın ezelî kelâmı, Kur’ân-ı Kerim
makine-i tekemmülât : gelişme ve ilerleme makinesi, aracı
mâruf : bilinen
memâlik-i İslâmiye ve Osmaniye : Müslüman ve Osmanlı toprakları, memleketleri
mesâil-i şeriat : şeriat meseleleri
muhafaza : koruma
muvazzaf : vazifeli, görevli
mükellef : yükümlü, sorumlu
nefs-i emmare : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç
neşvünema : büyüme ve gelişme
remiz : ince işaret
Sâni-i Âlem : bütün varlık âlemini san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
selâmet : esenlik, kurtuluş
sünnet-i Nebeviye : Peygamberimizin (a.s.m.) söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şeriat-ı Ahmedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği şeriat, İlâhî kanun ve hükümler, İslâmiyet
şeriat-ı garrâ : büyük, parlak ve nurlu şeriat, İslâmiyet
tahallûk : ahlâklanma
takviye : kuvvetlendirme
temessük : sarılma, tutunma, yapışma
tenezzül : inme, alçalma
tevfik : muvaffakiyet, başarı
tevfik-i hareket : uygun hareket
tevfiksizlik : uygunsuzluk; Cenâb-ı Haktan gelen yardımın kesilmesi
ubudiyet : kulluk, kölelik
umum : bütün
zaaf-ı diyanet : dini yönden zayıf olma
ziya-yı İslâmiyet : İslâmiyetin ışığı, nuru
zuhur : ortaya çıkma, gelme, görünme