Dördüncü hakikat: Şeriat-ı garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir. Zira şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin mahsul ve semeresi olan istidadın telâhuk-u efkârla hasıl olan netâicinin teşerrub ve tegaddî ile büyümesi nispetinde, şeriat-ı garrâ aynen maddî zihayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine burhan-ı bâhirdir. Asr-ı Saadet olan sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsâvâtı, bâhusus o zamanda delil-i kat’îdir ki, şeriat-ı garrâ müsâvâtı ve adaleti ve hakikî hürriyeti cemî revabıt ve levâzımâtıyla câmidir. İmam-ı Ömer (r.a.), İmam-ı Ali (r.a.) ve Salâhaddin-i Eyyubî â’sârı bu müddeâya delil-i alenîdir. Buna binaen, kat’iyen hükmediyorum: Şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız, sû-i ahvâlimiz dört sebepten gelmiş:

1. Şeriat-ı garrânın adem-i mürâât-ı ahkâmından,

2. Bazı müdâhinlerin keyfemâyeşâ sû-i tefsirinden,

3. Zâhirperest âlim-i câhilin veyahut câhil-i âlimin taassubat-ı nâ-bemahallinden,

4. Sû-i tâlih cihetiyle ve sû-i intihap tarikiyle müşkilü’t-tahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi hevâ ve hevese muvafık zünub ve mesâvî-i medeniyeti tuti gibi taklittendir ki, bu netice-i seyyie zuhur ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini ifa etse, memur olmayan ilcaat-ı zamana muvafık sa’y etse, sefahete vakit bulamayacaktır. Bu iki kısmın herhangisinde bir fert, sefahete inhimak gösterdiyse, bu, heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop sûretine giriyor.

Beşinci hakikat: Zaman-ı sabıkta revâbıt-ı içtimâ ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikate misâl, eski hükûmet-i müstebide, yeni hükûmet-i meşrutadır. Üçüncü Hakikatin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin fermân-ı mezuniyetiyle, üç şey ihtar ediyorum.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’sar : asırlar, dönemler
adem-i mürâât-ı ahkâm : İslâmın hükümlerine uymamak
âlim-i câhil : câhil olan âlim
binaen : dayanarak
adalet : hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma
Asr-ı Saadet : mutluluk asrı; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem
bâhusus : özellikle
burhan-ı bâhir : apaçık delil
câmi : içine alan, kapsayıcı
cemî : bütün
delil-i kat'î : kesin delil
devlet-i mütemeddine-i sâlife : geçmişteki medenî devlet
ebed : sonu olmayan sonsuzluk
efkâr : fikirler
enbiya : nebiler, peygamberler
ezel : başlangıcı olmayan sonsuzluk
fıtrat : yaratılış
fikr-i münevver : aydın fikir, düşünce
Garb : Batı
gurub : batış
hakikat : esas, gerçek
hakikî : gerçek
hasıl olan : meydana gelen
intibak etmek : çevreye veya bir duruma uymak
istidad : yetenek, ruhsal özellikleri
istidâdât-ı kemâl : mükemmellik ve olgunluk yetenekleri, çekirdekleri
kaviyen : kuvvetli bir şekilde
kelâm-ı ezelî : Ezelî kelâm; Allah’ın kelâmı; Kur’ân-ı Kerim
lâsiyyema : bilhassa, özellikle
levâzımât : gerekli olan şeyler
maddî : maddeden olan
mahall-i zuhur : ortaya çıktığı yer
mahsul : ürün
maşrık-ı tulûu : doğuş ufku
mehd-i teşekkül : teşekkül beşiği, oluşum yeri, yatağı
memalik-i Osmaniye : Osmanlı toprakları
meylü’t-terakki : ilerleme, kalkınma meyli, eğilimi
müddeâ : iddia edilen şey
müsâvât : eşitlik
neşvünemâ : büyüyüp gelişme
netâic : neticeler, sonuçlar
nispet : kıyas, oran
nispetinde : oranında
revabıt : rabıtalar, bağlar
sadr-ı evvel : İslâmın başlangıç devri, sahabeler dönemi
semere : meyve, netice
sist-i atâletle : tembelliğin gevşekliğiyle
sümum-u ağrâz : kinlerin zehirleri, kötü maksatların zehirleri
Şark : Doğu
şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlem : ağaç gibi dal budak salan kâinattaki gelişme eğilimi
şecere-i tûbâ : Cennetteki tûba ağacı
şems-i İslâmiyet : İslâm güneşi
şeriat-ı garrâ : parlak ve nurlu şeriat, İslâmiyet
şübban-ı vatan : vatan gençleri, vatan yiğitleri
tegaddî : gıdalanma, gıdasını alma
telâhuk-u efkâr : düşüncelerin birbirine eklenmesi; düşünce ve tecrübelerin birikimi
teşerrub : içme
tevessü etmek : genişlemek, yayılmak
tevessü : genişleme
umum : bütün
ümitvar : ümitli
zîhayat : canlı, hayat sahibi
câhil-i âlim : âlim olan câhil
delil-i alenî : apaçık delil
fevaid-i medeniyet : medeniyetin faydaları, yararları
fikr-i ümmet : ümmet fikri, ümmetin ortak fikri
hakikat : esas, gerçek
hevâ : nefsin hoşuna giden faydasız arzular; yetenekleri ve duyguları nefsin eline verme
heves : nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzular
heyet-i içtimaiye : sosyal hayat, sosyal yapı
hükûmet-i meşruta : meşrutiyet döneminde kurulan hükûmet
hükûmet-i müstebide : ülkeyi istibdatla, dikta ile yöneten hükûmet
hürriyet-i efkâr : fikirlerin hürriyeti, özgür düşünce
ifa etmek : yerine getirmek
ilcaat-ı zaman : zamanın zorlamaları, çağın mecburiyetleri
inhimak : ahmakça dalma
kalb-i millet : milletin kalbi
kalil : az, azınlıkta olan
kat’iyen : kesin olarak
keyfemâyeşâ : kendi keyfince, keyfi nasıl isterse, başıboş
kuvvet-i medeniyet : medeniyet gücü
levazım-ı taayyüş : yaşamı sürdürebilmek için gerekli olan şeyler
meclis-i meb'usan : Millet Meclisi
mehasin : güzellikler
memurîn : memurlar, görevliler
menzil : durak, yer
mesâvî-i medeniyet : medeniyetin kötülükleri
meşveret-i şer'î : şeriata uygun istişare, fikir alış verişi
misâl : örnek
muvafık : lâyık, uygun
muzır : zararlı
müdâhin : yüze gülen, dalkavuk
müşkilü’t-tahsil olan : elde edilmesi zor olan
netice-i seyyie : kötü sonuç
noksaniyet : noksanlık, eksiklik
revâbıt-ı içtimâ : bir araya getiren bağlar
sa’y etmek : çalışmak
sefahet : ahmaklık, beyinsizlik; yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük
semerat-ı medeniyet : medeniyetin semereleri, sonuçları
seyf : kılıç
sû-i ahvâl : kötü haller, durumlar
sû-i intihap : kötü seçim
sû-i tâlih : kötü talih, kötü kısmet
sû-i tefsir : kötü yorum
şeriat-ı garrâ : nurlu ve parlak şeriat, İslâmiyet
taaddüt etmek : birden fazla olmak, çoğalmak
taassubat-ı nâ-bemahal : yerinde olmayan taassuplar
tarik : yol
tedenniyat : alçalmalar, gerilemeler
tefennün etmiş : ihtisaslaşmış, ayrı ayrı uzmanlık dallarına ayrılmış
tekessür : çoğalma
teşaub etme : şubelere, bölümlere ayrılma
tuti : papağan, dudu kuşu
zâhirperest : dış görünüşe önem veren
zaman-ı sabık : geçmiş zaman
zuhur etmek : ortaya çıkmak, görünmek
zünub : günahlar
Yükleniyor...