بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1

Muazzam ve harika Risale-i Nur Külliyatından iki büyük mecmuanın imha edileceği hakkında dehşetli bir haber işittik. Gayet hak ve hakikatli ve feylesofları ilzam eden o mecmualar, Risale-i Nur’un diğer eczalarıyla beraber Denizli ve Ankara mahkemelerinde beraat verilip kaziye-i muhkeme haline gelerek iade edildiği ve iki defa Temyiz Mahkemesi beraat ettirdiği halde ve Mısır, Şam, Halep, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi âlem-i İslâmın mühim merkezlerinde fevkalâde bir takdir ve tahsine mazhar olan ve makbuliyetine hürmeten Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın kabr-i şerifi ve Hacerü’l-Esved üzerine konulan bu eserler hakkındaki bu müthiş muamele, Halk Partisinin yaptığı diğer azîm cürümleri gibi tarihte emsali görülmemiş bir cinayettir.

Biz Nur talebeleri, o cebbar gaddarlardan hakkımızı kolayca alabilirdik. Fakat İslâmiyetin asırlardır bayraktarlığını yapan kahraman Türk milletinin mâsum çoluk çocuk ve ihtiyarlarına karşı Risale-i Nur’un bizlerde husule getirdiği kuvvetli şefkat itibarıyla ve Kur’ân-ı Hakîmin bizleri maddî mücadeleden men edip elimizde topuz yerinde Nur olması haysiyetiyle ve bütün kuvvetimizle mesleğimizin icabı olan âsâyişi temin etmek esasıyla, o zâlimlere maddeten mukabele edemedik. Yoksa, Allah göstermesin, bir mecburiyet-i kat’iye olursa, komünist ve masonlar hesabına ona sebebiyet verenler bin defa pişman olacaklardır.

Hem biz müşahedatımızla kat’î bir kanaatteyiz ki, Risale-i Nur’a ilhad ve zındıka namına ilişildiği zaman, umumî bir musibet geliyor. Taarruzun aynı vaktinde dört defa büyük zelzelenin vukuu ve çok hâdisâtın aynı vakitte zuhuru, bu kanaatimizi tasdik etmiş. Bu itibarla öyle bir kararın infazından ehl-i imanın titrediği, o hârikulâde ve kıymettar, mübarek mecmualar hakkında imha cinayetinin işlenmesi, bu millet ve memleket içinde mânevî zelzeleler, fırtınalar, tâun ve tufanlar kopacak kuvvetli ihtimalinden telâş ediyoruz. Zira Risale-i Nur’a dört defa taarruz ve hücum zamanında şiddetli zelzelelerin tevafuku, bu hakikati kör gözlere dahi göstermiştir. Hattâ mahkemede dâvâ ettik.

Hem müfessirlerin üç yüz elli bin tefsirlerine ittibaen, iki sahifede iki âyât-ı Kur’âniyeyi tefsir ettiği bahanesiyle, yüz binler kimselerin imanına pek ziyade bir ehemmiyet ve tesirle hizmet eden dört yüz sahifelik Zülfikar mecmuasını müsadere ve imha etmek, dünyada hiçbir kanunda olmadığından, sırf dinsizliğe âlet olarak yapılan bu fecî garazkârlık fâillerinin hak, hakikat ve adaletten ne derece uzak olduğunun zahir bir delili bulunduğunu, zerre miktar vicdanı olanlar anlayacak ve yüzsüz yüzlerine lânet ve nefretler savuracaktır.

Halk Partili müstebid, mürteci cebbarların zamanında yapılmış olan bu korkunç muameleye kahraman Demokratlar hükûmeti mâni olup Afyon Mahkemesinde üç senedir hapsedilen ve zerre kadar bir suç mevzuu bulunamayan eserleri ve en başta altın yaldızlı ve tevafuk mu’cizeli Kur’ân’ımızı derhal iade ettireceklerini kuvvetli ümit edip, alâkalı makamlardan rica ediyoruz.
Nur talebeleri namına
Hüsrev, Sungur

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Önceki Risale: ( 21 ) / Sonraki Risale: ( 23 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i İslâm : İslâm dünyası
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, huzur
azîm : büyük
beraat vermek : temize çıkartmak, suçsuz olduğunu ilân etmek
cebbar : zorba, zalim
cürüm : suç, isyan, günah
Denizli Mahkemesi : (bk. bilgiler – Denizli)
ecza : kısımlar, bölümler
emsal : benzerler
gaddar : acımasız, çok zulmeden
Hacerü'l-Esved : Kâbe’nin bir köşesinde bulunan ve Cennetten geldiği bildirilen siyah taş
hak : doğru, gerçek
hakikatli : gerçek
haysiyet : özellik
husule getirme : meydana getirme, oluşturma
icab : bir şeyin gereği
ilzam eden : delillerle muhatabı susturan
imha edilmek : yok edilmek
kabr-i şerif : şerefli, değerli kabir, mezar
kaziye-i muhkeme : Ceza Muhakemeleri Usûlü gereği bir mahkemenin verdiği temyize gönderilemeyen son ve kesin hüküm
Kur'ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
makbuliyet : beğenilmeye, kabul olunmaya lâyık olma
mâsum : günahsız, suçsuz
mazhar olan : nail olan, elde eden, erişen
mecburiyet-i kat'iye : kesin zorunluluk
mecmua : kitap
men etme : yasaklama
muamele : davranış
muazzam : azametli, çok büyük
mukabele etmek : karşılık vermek
mücadele : uğraşma, çabalama
sebebiyet veren : sebep olan
tahsin : beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme
takdir : beğeni
temin etmek : sağlamak
Temyiz Mahkemesi : Yargıtay; yanlışı doğrudan ayıran üst mahkeme
zâlim : zulmeden, acımasız
âyât-ı Kur'âniye : Kur’ân’ın âyetleri
cebbar : zorba, zalim
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
fâil : bir işi yapan; fiilin sahibi
fecî : kötü
garazkârlık : kötü niyet sahibi olma, art niyetlilik
hâdisât : hâdiseler, olaylar
hak : doğru, gerçek
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hârikulâde : olağanüstü, şaşırtıcı derecede
ilhad : dinsizlik, inkâr
imha : yok etme
infaz : bir hükmü yerine getirme
ittibaen : uyarak
kanaat : düşünce, görüş
kat'î : kesin
kıymettar : kıymetli, değerli
mecmua : kitap
mevzu : konu
muamele : davranış
musibet : belâ, büyük sıkıntı
müfessir : Kur’ân-ı Kerim’i açıklayıp izah eden büyük âlim
mürteci : geriye yönelmek isteyen; gerici
müsadere : el koyma
müstebid : zorba, diktatör
müşahedat : gözlemler
taarruz : saldırı
tasdik etmek : doğrulamak, onaylamak
tâun : salgın ve ölümcül hastalık
tefsir : açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tevafuk : denk gelme, uygun düşme
tufan : büyük su baskını
umumî : genel
vuku : gerçekleşme, meydana gelme
zahir : açık
zerre kadar : en ufak, en küçük
zerre miktar : çok az miktar
zındıka : dinsizlik
zuhur : ortaya çıkma, görünme
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân ve Peygamberimiz’in (a.s.m.) mu’cizelerine dair olan bir eseri
Yükleniyor...