Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelânına hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü, yalnız vehim ve fikir değil, belki mânevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder. Hadd-i şer’îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.

“Evet, iman, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça ‘yasaktır’ der, tard eder, kaçırır.

“Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.

“Elhasıl: Had ve ceza, emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit, hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mânâ içindir ki, elli senede bir ceza, sizin hergün müteaddit hapsinizden ziyade bize fayda veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder. Çünkü biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit, millet, vatan maslahatı ve menfaati hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse, hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz’î bir teessür hisseder. Hâlbuki nefis ve hissinden çıkan—hususan ihtiyacı da varsa—kuvvetli bir meyelân galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor. Hem de emr-i İlâhî ile olmadığından, o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek, hakikî adalet ve tesirli ceza odur ki, Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adalet-i Rabbaniye : Allah’ın adaleti (bk. a-d-l; r-b-b)
ahkâm-ı İlâhiye : Allah’ın hükümleri (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
alâkadar : alâkalı, ilgili
battal : bâtıl, hükümsüz
cüz’î : az, küçük (bk. c-z-e)
elhasıl : kısaca, özetle
emr-i İlâhî : Allah’ın emri (bk. e-l-h)
galebe etme : üstün gelme
had : İslâmiyette miktarı kesin olarak belirtilen ceza
hadd-i şer’î : işlenen suçlar için İslâmiyette miktarı kesin olarak bildirilen ceza (bk. ş-r-a)
hakikî : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet-i ruhiye : ruh hâli (bk. r-v-ḥ)
hâsıl olma : meydana gelme, ortaya çıkma
heves : gelip geçici arzu ve istek
hissiyat-ı ulviye : yüksek duygular, yüce hisler (bk. a-l-v)
hususan : bilhassa, özellikle
icra etme : yürütme, yapma
ihtisasat : arzular, istekler, hissetmeler
ihtiyacat : ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
itikad : inanç
kuvve : güç, duygu
kuvve-i vâhime : vehim ve kuruntu doğuran güç; olmayan birşeyi var gibi gösteren duygu, güç
küllî : geniş, kapsamlı; türsel (bk. k-l-l)
lâtife : duygu, his (bk. l-ṭ-f)
mahiyet : asıl, esas, nitelik
maslahat : fayda, gaye (bk. ṣ-l-ḥ)
menfaat : fayda, yarar
meyelân : eğilim, meyletme
müteaddit : birçok, çeşitli
müteessir : etkilenme, üzülme
nazar : bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefis : insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu (bk. n-f-s)
sair : başka
sirkat : hırsızlık
şer : kötülük
şümullü : kapsamlı
tahattur etme : hatırlama
tard etme : kovma, uzaklaştırma
tebeyyün etme : belli olma, anlaşılma, ortaya çıkma (bk. b-y-n)
teessür : üzüntü
temayülât : meyiller, eğilimler
ulvî : yüce, büyük (bk. a-l-v)
vehim : kuruntu, zan
zecr : sakındırma, yasaklama
Yükleniyor...