Lügatler :
âlâm-ı mâziye : geçmiş zamanın elemleri, acıları
bakire : evlenmemiş kadın
bekâr : evlenmemiş erkek
bîkâr : işsiz, kazançsız
bir sülüs : üçte bir
cemiyet : toplum, dernek
cihad : Allah için kutsal şeyleri koruma gayret ve mücadelesi
divan : şiir ya da manzume kitabı; klasik şairlerin şiirlerinin toplandığı kitap
elem : acı, keder
elem-i fikrî : düşünceye ait acı, düşünceyle ilgili acı, keder
elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun
evliyaullah : Allah'ın velî kulları, Allah dostları, Allah'ın salih kulları
harb : savaş
hasm : düşman
heder saymak : boş saymak, boşu boşuna gitmiş saymak
hüküm : yargı, karar
iki sülüs : üçte iki
istihfaf : hafife alma, küçük görme
izdivaç : evlenme, evlilik
lezaiz-i mâziye : geçmişteki lezzetler
lezzet-i ruhaniye : ruha ait lezzet, mânevî yönden alınan haz
meş’um : kötümser, kötü, çirkin
muhalefet : karşıt düşünce, farklı görüş
muvakkat : gelip geçici
şehadet : şehitlik, Allah rızası yolunda hayatını feda etmek
şüheda : şehitler, Allah yolunda ölenler
tasavvur-u zeval : birşeyin bittiğini, sona erdiğini düşünme
tasavvur-u zeval : yok olup gittiğini düşünme
tasavvur-u zeval-i lezzet : lezzetin sona ereceğini düşünme
tasfiye : arındırma, temizleme
tebessüm etme : gülümseme
tehzip : terbiye etme
tenkit etme : eleştirme
velî : Allah’ın sevgili kulu, Allah dostu
zeval-i elem : acı ve kederin sona ermesi
zeval-i lezzet : lezzetin sona ermesi
âlâm : elemler, acılar, kederler
âlim-i mürşid : irşad eden, yol gösteren âlim, yol gösterici bilgin
âlûfte olma : alışkanlık ve ülfetle duyarsız hâle gelme, namus perdesi yırtık olma
aşiret : büyük ölçüde aynı dil ve kültürü paylaşan, birçok boydan (kabile) oluşan, yapısındaki aileler arasında toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, oymak
ba’dehu : ondan sonra
bâtıl : doğru olmayan, yalan yanlış
bedevî : köylü; çölde, çadırda yaşayan göçebe; medenî olmayan
bîçare : çaresiz
cerh : yaralama, bozma, çürütme
dâhilî : iç
dâhiyâne : çok zekice, akıllıca
derecat-ı hararet : sıcaklık dereceleri
derece-i nimet : nimetin derecesi
hakikat : asıl, esas, gerçek
hasım : düşman
husumet : düşmanlık
husumet-i hariciye : dışa ait düşmanlık, yabancıların düşmanlığı
idlâl : doğru yoldan çıkarma, saptırma
inkılâp etme : dönüşme
isti’zam : büyütme
kabile : boy; ortak bir atadan geldikleri düşüncesiyle aralarında kan bağı olan, toplumsal ve ekonomik ilişkilerinde babayı veya anayı esas alan geleneksel topluluk
kabiliyet-i telkîha : aşılanabilir olma, aşı tutmaya elverişli ve kabiliyetli olma
kay : kusmuk
misâl : görüntü, yansıma
musibet : felâket, büyük sıkıntı
münevver : aydın, aydınlanmış
mütebayin : birbirinden farklı
mütehasım : karşılıklı düşmanlık eden; karşılıklı olarak dâvâ eden
müterakîm : birikmiş, yığılmış
nimet : iyilik, lütuf, ihsan
nisyan : unutkanlık
prensip : esas, ilke
red : geri döndürme, kabul etmeme
saadet : mutluluk
sâfi : duru, temiz
serfüru bürde-i itaat ve ihtiram : itaat ve saygıyla boyun eğme
sevk-i tabiî : tabii sevk, yaratılış ve fıtrattan gelen sevk, yöneliş
şâyân-ı istiğrab : şaşkınlık sebebi, hayret verici, şaşırtıcı
tasvir : canlandırarak anlatma
telâkki : kabul etmek
telkinat-ı musırrane : ısrarla fikirlerini kabul ettirmeye çalışma
teşdit etme : şiddetlendirme, güçlendirme
vahşet-i cehalet : cahillik vahşeti, ürkütücülüğü
vahşi : yabanî, medenî olmayan
zuhur : ortaya çıkma, belirme