Ve vahşetle ihata edilmiş, sükûn ve sükûnet içinde bütün mahlûkata ecnebî nazarıyla bakar. Münafıkın şu bakışıyla mü’minin bakışı arasında dağlar kadar fark vardır. Zira, mü’min olan zat, nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir. Ve kâinatla, tevahhuş etmek değil, tam bir ünsiyeti ve muarefesi vardır.

İkinci temsilin hülâsasına göre: Münafık olan adam, âlemi musibetleriyle öldürücü, belâlarıyla boğucu, dehşetli hâdisâtıyla tehdit edici, şedâidiyle sıkıcı bir şekilde görür. Bütün dünyayı, envâıyla beraber kendisine adâvet etmekte ittifak ettiklerini zanneder. İşte o münafıkın bu zannına göre, âlemde ona menfaat verecek hiçbir şey yoktur. Bütün eşya ve mevcudat onun aleyhindedirler. Halbuki mü’min olan zat nur-u imanın iktizasıyla, kâinatın yaptığı tesbihleri ve tebşirleri manen işitir, ferahnâk olur.

Ve keza, Kur’ân-ı Kerimin temsil hususunda yaptığı tekrar, münafıkların iki kısma ayrılmış olduklarına işarettir. Birisi, süflî ve âmi olan tabakadır. Bu tabakanın haline uygun birinci temsildir. İkincisi, kibirli, gururlu, güya yüksek tabakadır. Buna münasip ikinci temsildir. Demek temsillerin tekrarı, kısımların taaddüdüne işarettir.

Sual: Şu ikinci temsilin münafıkların nazarına göre, bu makamla münasebeti nedir?

Elcevap: Kur’ân-ı Kerimin muhataplarından tabaka-i ûlâda veya saff-ı evvelde olanlar, daima sahrâlarda gezen çöl adamlarıdır. Bunlar, bilumum bu hadiseyi ya görmüşler veya ebnâ-yı cinslerinden işitmişlerdir. Hem böyle ateş yakmak meselesi efkâr-ı amme ile alâkadardır. Ve bu hadise onlara bir darb-ı mesel kadar tesir eder. Sonra ikinci temsilin birinci temsille münasebeti pek aşikârdır. Zira, o ona ikmal edici bir tetimmedir. Hattâ çok noktalarda da ittihadları vardır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 16. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 21-22. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adâvet : düşmanlık
alâkadar : alâkalı, ilgili
âmi : basit, sıradan, cahil
âşikâr : ap açık
bilumum : bütünüyle, tamamıyla
cemiyet : topluluk, toplum
darb-ı mesel : meşhur söz, atasözü
ebnâ-yı cins : kendi cinsinden olanlar, insanlar
ecnebî : yabancı
efkâr-ı âmme : genel düşünce, kamuoyu
envâ : çeşitler, türler
eşya : şeyler, varlıklar
ferahnâk : neş’eli, sevinçli
hâdisat : hadiseler, olaylar
hülâsa : özet
ihata etmek : kuşatmak, çepe çevre sarmak
ikmal etmek : tamamlamak
iktiza : gerektirme
ittifak etmek : anlaşmak, uyuşmak
ittihad : birleşme, birlik
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
keza : bunun gibi, böylece
mâdum : yok
mahlukât : yaratıklar, yaratılanlar
mânen : mânevî yönden, psikolojik olarak
mevcudat : varlıklar
muârefe : karşılıklı tanışma
musibet : belâ, sıkıntı
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
münasebet : bağlantı, ilişki
münasip : uygun
nazar : bakış
nur-u iman : iman nuru, ışığı, aydınlığı
saff-ı evvel : ilk saf, ilk muhataplar, ilk nesil
sahrâ : alan, geniş saha, çöl
süflî : aşağı, alçak
sükûnet : durgunluk, hareketsizlik
şedâid : şiddetli durumlar, belâlar
taaddüd : çeşitlilik, birden fazla olma
tabaka-i ûlâ : birinci tabaka, grup
tard etmek : kovmak, uzaklaştırmak
tebşir : müjdeleme
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tetimme : ek, tamamlayıcı not
tevahhuş etmek : korkmak, ürkmek
ünsiyet : alışkanlık, âşinalık
vahşet : ürküntü, korku
zira : çünkü
Yükleniyor...