Nasıl ki, birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik, iki üç nükte veya iki üç hüsün içtima ettikleri zaman pek çok nükteler, pek çok hüsünler tevellüt eder. Bu sırra binaendir ki, her hüsün sahibinin ve herbir sahib-i kemâlin emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar!

S - Belâgat ve hidayetten maksat, hakikati vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilâflardan kurtarmak iken, müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilâfat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı, birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir?

C - Malûmdur ki, Kur’ân-ı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’ân’ın hakaikinden hisse alabilir ve hissedardır. Halbuki nev-i beşer derece itibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit; ve keza meyil, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ bir taifenin istihsan ettiği birşey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği birşeyden öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur’ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin.

Hülâsa, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh, ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafık ve belâgatın prensiplerine uygun ve ilm-i usule mutabık olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri, zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve câizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur’ân’ın i’câz vecihlerinden biri odur ki, nazmı öyle bir üslûptadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.
Önceki Risale: 1. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 3. âyetin Tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âmm : genel; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eden lâfız; cemaat, ibadet lâfızları gibi
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
binaen : bundan dolayı, -dayanarak
binaenaleyh : bundan dolayı
cihet : yön, taraf
emsal : benzerler, arkadaşlar
fehm : anlayış, kavrayış
fıtrî : yaratılıştan gelen, doğal
hakaik : hakikatler, doğrular
hakikat : gerçek, doğru
hidayet : hak ve doğru yolu gösterme
hülâsa : kısaca, özetle, netice olarak
hüsün : güzellik
içtima : toplanma, bir araya gelme
idrak etme : anlama, bilme
ihtilâf : ayrılık, uyuşmazlık
ihtilâfat : ayrılıklar, anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar
in’ikâs : yansıma, aksetme
istidad : ruhî özellikler; kabiliyet
istihsan : güzel bulma, beğeni
itibarıyla : bakımından
kavim : topluluk, millet
kemal : fazilet, olgunluk
keza : böylece, bunun gibi
kezalik : böylece, bunun gibi
Kur’ân-ı Azîmüşşan : şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
mahsus : özel, ait
malûm : bilinen
meyl : eğilim
muhalif : zıt, aykırı
muhtelif : farklı, değişik
mukabil : karşılık
müfessir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimse
mükâfat : ödül
mütefavit : birbirinden farklı
nâzil olma : inme
nev-i beşer : insan, insanlık
nevi : tür, çeşit
nükte : ince ve derin mânâ
râci : dönen
sahib-i kemâl : fazilet ve iyilik sahibi
sukut : düşme
şümul : kapsamlılık
tabakat-ı beşer : insan sınıfları; burada her asırda yaşayan insanlar kastediliyor
tahsisat : genel bir şeyi özelleştirme; genel bir hüküm ifade eden bir sözü belirli bir hükme mahsus kılma
taife : grup, sınıf
teavün : yardımlaşma, işbirliği
temessül : görünme, şekillenme, yansıma
tevellüd : doğma, meydana gelme
vâzıh : açık
vecih : yön, yüz
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyanat : açıklamalar
binaenaleyh : bundan dolayı
bürhan-ı innî : olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi
câiz : sakıncasız, doğru, geçerli
cihet : yön, taraf
fehm : anlayış, kavrayış
hidayet : doğru ve hak yol, doğru yolu gösterme
i’câz : mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
icap etmek : gerektirmek
ilm-i usul : usul ilmi, metodoloji
intibak etmek : uymak, uygun gelmek
istidad : ruhî özellikler; kabiliyet
kaide : kural, prensip
medh : övmek
muhalif : zıt, aykırı
muhtelif : farklı, değişik
murad : istenilen şey
mutabık : uyumlu, uygun
muvafık : uygun
müfessir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimse
nazm : dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nazmetmek : dizmek, tertip edip düzenlemek
nükte : ince ve derin mânâ
semere : meyve, netice, sonuç
seyyiat : günahlar, kötülükler
şahid : delil, tanık
tabakalar : sınıflar
takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tathir etmek : temizlemek
tezyin etmek : süslemek
ulûm-u Arabiye : Arap dili ve edebiyatına ait ilimler
üslûp : ifade ve anlatım tarzı
vaz etmek : yerlerini belirleyip koymak
Yükleniyor...