1 (اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ) Bu cümlenin evvelki cümle ile nazmını icap ettiren münasebet vecihleri ise:

Bu cümle mü’minleri medheder, evvelki cümle de Kur’ân’ı medheder. Şu her iki medih arasında bir insibab (dökülmek) vardır ki, o onu ister, o onu ister. Çünkü ikinci medih, birinci medhin neticesidir ve birinci medhe bir bürhan-ı innîdir ve hidayetin semeresi ve şahididir.

Ve aynı zamanda hidayete bir yardımcı vazifesi görüyor. Çünkü mü’minleri medhetmekte imana gelmek için bir teşvik vardır. Teşvik ise bir nevi hidayettir. 2 اَلَّذِينَ ile 3 مُتَّقِينَ arasındaki münasebete gelince:

Bunların biri tahliye تَخْلِيَه diğeri tahliye تَحْلِيَه’dir.

Tahliye, تَخْلِيَه tathir etmek ve temizlemektir.

Tahliye تَحْلِيَه ise, tezyin etmek ve süslendirmek mânâsınadır. Bunlar birbiriyle arkadaş olup, burada olduğu gibi, daima birbirini takip ediyorlar. Onun için kalb, takvâ ile seyyiattan temizlenir temizlenmez, hemen onun ardında imanla tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Onlar ki gayba inanırlar.” Bakara Sûresi, 2:3.
2 : Onlar ki .
3 : “Takvâ sahipleri” Bakara Sûresi, 2:2.
Önceki Risale: 2. âyetin Tefsiri / Sonraki Risale: 4. âyetin Tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

belâgat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyanat : açıklamalar
binaenaleyh : bundan dolayı
bürhan-ı innî : olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi
câiz : sakıncasız, doğru, geçerli
cihet : yön, taraf
fehm : anlayış, kavrayış
hidayet : doğru ve hak yol, doğru yolu gösterme
i’câz : mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
icap etmek : gerektirmek
ilm-i usul : usul ilmi, metodoloji
intibak etmek : uymak, uygun gelmek
istidad : ruhî özellikler; kabiliyet
kaide : kural, prensip
medh : övmek
muhalif : zıt, aykırı
muhtelif : farklı, değişik
murad : istenilen şey
mutabık : uyumlu, uygun
muvafık : uygun
müfessir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimse
nazm : dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nazmetmek : dizmek, tertip edip düzenlemek
nükte : ince ve derin mânâ
semere : meyve, netice, sonuç
seyyiat : günahlar, kötülükler
şahid : delil, tanık
tabakalar : sınıflar
takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tathir etmek : temizlemek
tezyin etmek : süslemek
ulûm-u Arabiye : Arap dili ve edebiyatına ait ilimler
üslûp : ifade ve anlatım tarzı
vaz etmek : yerlerini belirleyip koymak
vecih : yön
Yükleniyor...