Birinci nükte: İnsan, bir fennin esaslarını ve o fennin hayatına taallûk eden noktaları bilmekle, yerli yerince kullanmasına vakıf olduktan sonra dâvâsını o esaslara bina etmesi, o fende mâhir ve mütehassıs olduğuna delildir.

İkinci nükte: Fıtrat-ı beşeriyenin iktizasındandır ki, âdi bir insan da olsa, hattâ çocuk da olsa, hattâ küçük bir kavim içinde de bulunsa, pek kıymetsiz bir dâvâ hususunda cumhura muhalefet edip yalan söylemeye cesaret edemez. Acaba, pek büyük bir haysiyet sahibi, âlem-şümul bir dâvâda, pek inatlı ve kesretli bir kavim içinde, ümmî, yani okur-yazar sınıfından olmadığı halde, aklın tek başına idrakten âciz olduğu bazı şeylerden bahsedip kemal-i ciddiyetle âleme neşir ve ilân etmesi onun sıdkına delil olduğu gibi, o meselenin Allah’tan olduğuna da bir burhan olmaz mı?

Üçüncü nükte: Malûmdur ki, medenî insanlarca malûm ve melûf pek çok ilimler, sıfatlar, fiiller vardır ki, bedevîlerce meçhul olur ve o gibi şeylerden haberleri yoktur. Binaenaleyh, bilhassa geçmiş zamanlardaki bedevîlerin ahvâlinden bahsetmek isteyen bir adam, hayalen o zamanlara, o çöllere gidip onlarla görüşmelidir. Zira onların ahvâlini ezberden, onları görmeden muhakeme etmekle istediği malûmatı elde edemez.

Dördüncü nükte: Ümmî bir adam, bir fennin ulemasıyla münakaşaya girişerek, beyne’l-ulema ittifaklı olan meseleleri tasdik ve ihtilâflı olanları da tashih ederse, o adamın bu harika olan hali, onun pek yüksekliğine ve onun ilminin de vehbî olduğuna delâlet etmez mi?

Bu dört nükteyi göz önüne getir, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma bak ki, o zât, herkesçe müsellem ümmîliğiyle beraber, geçmiş enbiya ile kavimlerinin ahvallerini görmüş ve müşahede etmiş gibi, Kur’ân’ın lisanıyla söylemiştir. Ve onların ahvâlini, sırlarını beyan ederek âleme neşir ve ilân etmiştir. Bilhassa naklettiği onların kıssaları, bütün zekîlerin nazar-ı dikkatini celb eden dâvâ-yı nübüvvetini ispat içindir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 21-22. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 25. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, zayıf
âdi : basit, sıradan, normal
ahval : haller, durumlar
âlem : dünya
âlem-şümul : evrensel, bütün cihanı kaplayan
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
bedevî : çölde yaşayan, göçebe
beyan etme : açıklama, anlatma
beyne’l-ulema : âlimler arasında
bilhassa : özellikle
binaenaleyh : bundan dolayı
burhan : güçlü ve sarsılmaz kesin delil
cumhur : çoğunluk, genel, umum
delâlet etme : delil olma, işaret etme
enbiya : nebiler, peygamberler
fen : ilim, ilim dalı
fıtrat-ı beşeriye : insanın yaratılışı, tabiatı, karakteri
haysiyet : şeref, itibar
idrâk : anlayış, kavrayış
ihtilâf : fikir ayrılığı, uyuşmazlığı
iktiza : bir şeyin gereği
ittifak : fikir, görüş birliği
kavim : topluluk
kemal-i ciddiyet : tam bir ciddiyet
kesretli : çok, kalabalık
kıssa : ibretli hikâye
lisan : dil
mâhir : maharetli, usta
malûm : bilinen, belli
malumât : bilgiler
meçhul : bilinmeyen
melûf : alışılmış
muhakeme etmek : akıl yürütme, karşlaştırma
muhalefet etme : karşıt olma, aykırı hareket etme
Muhammed-i Arabî : Araplar arasından çıkan peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
münakaşa : tartışma
müsellem : herkesçe kabul edilen, şüphesiz kabul edilmiş
müşahede etme : seyretme, gözlemleme
mütehassıs : ihtisas sahibi, uzman
nazar-ı dikkati celb etme : dikkatini çekme
neşir : yayma
nükte : ince ve derin mânâ
sıdk : doğruluk
taallûk etmek : ilgili olmak, ait olmak
tasdik : doğrulama, onaylama
tashih : düzeltme
ulema : âlimler, ilim adamları
ümmî : okuma yazma bilmeyen
vakıf olmak : bir işte yeterli derecede bilgi ve beceriye sahip olma
vehbî : Allah vergisi, bağış ve ikramı (bk. v-h-b)
zira : çünkü
Yükleniyor...