“Kur’ân’da müşkilât vardır” dedikleri birinci şüphenin ikinci kısmına cevap: İşkâl dedikleri şey ya üslûbun pek yüksek ve muhtasar olmasıyla mânânın çok derin ve inceliğinden ileri gelir; Kur’ân’ın müşkilâtı bu kabildendir. Veya ibarede karışık ve düğümlü noktaların bulunmasından neş’et eder; Kur’ân-ı Kerim, bu kısım müşkilâttan müberrâ ve münezzehtir. Acaba cumhurun zihninden uzak ve pek derin hakikatleri kolay ve kısa bir suretle avâm-ı nâsın fehimlerine yakınlaştırmak ayn-ı belâgat değil midir? Belâgat, mukteza-yı hali müraattan ibaret değil midir? Hey gözlerin kör olsun herif!

“Yaratılışa ve maddiyata dair meselelerde Kur’ân müphem geçmiştir” dedikleri ikinci şüphelerine cevap, şöyle ki: Şecere-i âlemde, meylül-istikmâl vardır. Yani, kâinatın, bir ağaç gibi, bütün zerrâtı ve eczakemâle meyleder ve kemâle doğru yürümektedirler. O umumî meylü’l-istikmâlden ayrı olarak, insanda da meylü’t-terakki vardır. Bu meylü’t-terakki çekirdek gibidir; neşvünemâsı pek çok tecrübeler vasıtasıyla olur ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimâıyla teşekkül ve tevessü etmekle fünunu intaç eder. Bu fünun da, mürettebedir. Yani her ikinci fen, birincisinin neticesidir. Birincisi olmasa, o olamaz. Birincisinin ona mukaddeme ve ulûm-u mütearife hükmünde olması şarttır.

Buna binaen, bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hâzırayı ders vermek veya garip meselelerden bahsetmek, onların zihinlerini şaşırtmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayrı bir faide vermezdi.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 21-22. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 25. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

arz : yeryüzü, dünya
avâm-ı nas : sıradan halk tabakası
ayn-ı belâgat : belâtın ta kendisi
belâğat : sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
binaen : -dayanarak
cumhur : çoğunluk, halk
ecza : cüzler, parçalar
fehim : anlayış, kavrayış
fünun : fenler; ilimler, san’atlar
fünun-u hazıra : günümüz ilimleri, pozitif ilimler
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
içtima : toplanma, bir araya gelme
ihtar : hatırlatma, uyarma, ikaz
intaç : netice verme, meydana getirme
işkâl : sözün kendisinde bulunan bir incelik, derinlik sebebiyle veya bir edebi san’attan dolayı mânâsı, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalılık
kabil : tür, çeşit, gibi
katre : damla
kemâl : olgunluk
kuvve-i câzibe : çekim gücü
mahsul : ürün
Mevlevî-vâri : Mevlevîlik tarikatına mensup kimselerin döndüğü gibi
meylü’t-terakki : ilerleme meyli, yükselme eğilimi,
meylül-istikmâl : olgunluğa ulaşma meyli, eğilimi
müberrâ : arınmış, uzak
muhtasar : kısa, özet
mukaddeme : hazırlık
mukteza-yı hal : hâlin gereği
münezzeh : arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
müphem : belirsiz, üstü kapalı
müraat : riayet etme, gözetme, uyma
mürettep : sonraki bir öncekine bağlı; bağlantılı, dizili
müşkil istiare : kapalı istiare; içinde “kendisine benzetilen”in bizzat yer almadığı ancak ona işaret edilen bir istiare
müşkilât : kendisinde bulunan bir incelik, derinlik sebebiyle veya bir edebi san’attan dolayı mânâsı, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalı olan sözler
müteşâbihât : Kur’ân ve hadîste temsil ve benzetmelerle açıklanan, anlaşılması zor, çok yüksek hakikatler
neş’et etmek : doğmak, meydana gelmek
neşvünemâ : büyüme ve gelişme
nevm : uyku
nükte : ince ve derin mânâ
safsata : yalan ve uydurma şey, saçmalık
şecere-i âlem : âlem ağacı, bir ağaca benzeyen kâinat
semâvî : gökle ilgili
şems : güneş
sükûn : hareketsiz durma; sâkinlik
teşekkül : oluşum
tevessü : genişleme, yayılma
tevlit etmek : doğurmak, meydana getirmek
ulûm-u müteârife : yaygın, herkesçe bilinen ilimler
umumî : genel
üslûp : ifade ve anlatım tarzı
yakaza : uyanıklık hali
zerrât : atomlar, en küçük parçalar
Yükleniyor...