فَاَمَّا الَّذِينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ 1
Bu cümleyi evvelki cümle ile bağlayan alâkaya gelince: Evvelki cümledeki hükmü ispat için, bu cümle, bir delilin yolunu gösteriyor ve zihne gelen vehimleri de def ediyor. Şöyle ki: Her kim inâyet-i ezeliye ile rububiyet-i İlâhiyeyi göz önüne getirip Allah cânibinden kudretin azameti altında bakarsa, 2 بَعُوضَةً ve emsaliyle getirilen temsillerin belâgat kanunlarına muvafık ve Cenâb-ı Haktan hak olduğunu tasdik eder. Fakat her kim nefsinin emri altında mümkinatı nazara alarak bakarsa, şüphesiz vehimler onu havalandırır, dalâletin bataklığına atar.

Bu iki taife insanların misli, şöyle iki şahsın misline benzer ki: Onlardan birisi yukarıya, diğeri aşağıya gider. Her ikisi de pek çok su arklarını görürler. Yukarıya giden şahıs, doğru çeşmenin başına gider, suyun menbaını bulur; tatlı, temiz bir su olduğunu anlar. Sonra o çeşmeden teşaub edip dağılan bütün arkların temiz ve tatlı olduklarına hükmeder ve hangi arka tesadüf ederse, tatlı ve temiz olduğunda tereddüt etmez. İşte bu itibarla, kendisine vehimler tasallut etmezler. Aşağıya giden öteki şahıs ise, arklara bakar, suyun menbaını göremediğinden, her rastgeldiği ark suyunun tatlı olup olmadığını anlamak için delilleri, emareleri aramaya mecbur olur. Bundan dolayı vehimlere maruz kalır. Ednâ bir vehim, o kafasızı yoldan çıkarır. Yahut o iki taifenin misali, ellerinde bir âyine bulunan iki şahsın misaline benzer ki, birisi âyinenin şeffaf yüzüne bakar, içinde kendisini gördüğü gibi çok şeyleri de görebilir. Öteki adam ise, âyinenin renkli yüzüne bakar, birşey anlayamaz.

Hülâsa: Allah’ın sun’una, ef’âline, kelâmına, temsilâtına, üslûplarına, inâyet ve rububiyetini mülâhaza etmekle beraber, Allah’ın cânibinden bakmak lâzımdır. Bu bakış da, ancak nûr-u imanla olur. Bu itibarla, vehimler olsa bile, ancak örümcek ağının kıymet ve kuvvetinde olur. Eğer mümkinat cihetinden cüz’î fikriyle müşteri nazarıyla bakarsa, zayıf bir vehim bile onun nazarında bir dağ gibi olur. Cûdi Dağını gözün rüyetinden men eden sineğin kanadı gibi, zayıf, küçük bir vehim de hakikati onun gözünün görmesinden setreder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “İman edenler, onun, Rablerinden gelen hak olduğunu bilirler.” Bakara Sûresi, 2:26.
2 : Sivrisinek.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 25. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 28. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ark : su kanalı
azamet : büyüklük, yücelik
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
cânib : yön, taraf
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
def etme : ortadan kaldırma, kovma
ednâ : en basit, en küçük
ef’âl : fiiler, işler
emare : belirti, işaret
emsal : benzerler
hükmetme : karar verme, hükmünü verme
hülâsa : öz, özet
inâyet : bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen, düzenlilik
inâyet-i ezeliye : Ezelî olan Allah’ın kâinata koyduğu bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen, düzenlilik
itibar : özellik
kelâm : söz, ifade
kudret : Allah’ın güç ve iktidarı
maruz : tesiri altında kalmak
menba : kaynak
misl : eş, benzer
muvafık : lâyık, uygun
mülâhaza etmek : düşünmek, akla getirmek
mümkinat : olması imkân dahilinde olan şeyler, yaratılmış olan herşey
nazara almak : dikkate almek
nefs : insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
rububiyet : Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
rububiyet-i İlâhiye : Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sun’ : san’at
taife : sınıf, grup
tasallut : musallat olma, ilişme
tasdik : doğrulama, onaylama
temsil : analoji; kıyaslama tarzında benzetme
temsilât : kıyaslama tarzında benzetmeler, analojiler
teşaub etme : dallara, kısımlara ayrılma
üslûp : ifade tarzı
vehim : kuruntu, varsayım
Yükleniyor...