﴾فَمَا فَوْقَهَا﴿ Yani, kıymet ve belagatçe bauzenin (sivrisinek) mâfevki veya küçüklükte bauzenin mâdunu veyahut hem kıymette, hem küçüklükte bauzenin mâdunu olan şeyler. Fakat مَا فَوْقَهَا tâbiri, küçük şeyin belâgatçe daha garip, hilkatçe daha acip olduğuna işarettir.

فَاَمَّا الَّذِينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَ اَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَاۤ اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاً 1

Bu cümlenin evvelki cümleden teferru’ ve teşa’ub ettiğini ifade eden ف bu cümleyi her iki şıkkıyla intaç eden zımnî ve gizli bir delile işarettir. Tasviri şöyle olsa gerektir: Cenâb-ı Hak, temsili terk etmez. Zira belâgatin iktiza ettiği bir temsildir; belâgatin iktiza ettiği şey terk edilmez. Öyleyse Cenâb-ı Hak bu temsili terk etmez. Binaenaleyh, insafı olan, o temsilin beliğ, hak ve Allah’tan olduğunu bilir. İnatla bakan adam ise hikmetini bilmez, tereddüde düşer, sorar, sual eder, en nihayet istihkar ile inkâra girer.

Hülâsa: Mü’min, insaflı olduğu için Allah’tan olduğunu tasdik eder. Kâfir olan adam inatçı olduğundan, “Bunda ne faide var?” der.

أَمَّا: Bu أَمَّا şart edatıdır. Dahil olduğu her iki cümleyi birincisi melzum, ikincisi lâzım veya evvelkisi şart, ötekisi meşrut olmak üzere, ikincisini birinci ile bağlar.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “İmanı olanlar, onun, Rablerinden hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, ‘Allah bu gibi hakîr (küçük ve değersiz) misallerden neyi irade etmiştir?’ derler.” Bakara Sûresi, 2:26.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: 25. âyetin tefsiri / Sonraki Risale: 28. âyetin tefsiri
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : şaşırtıcı, hayranlık verici
bauze : sivrisinek
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beliğ : belâğatli
binaenaleyh : bundan dolayı
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
delil : işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
hikmet : fayda, yarar
hilkatçe : yaratılış yönünden
hülâsa : kısaca
iktiza etme : gerektirme
intaç etme : netice verme
istihkar : küçümseme, hakaret etme
kâfir : Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimse
lâzım : bir şeyden ayrılması mümkün olmayan şey, herhangi bir şey hatıra gelince hiçbir delile ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey; meselâ
mâdûn : aşağı, alt derece
mâfevk : üstün, üstünde olan
melzum : lâzım kılınan; bir hükmün varlığının diğer bir hükmü zorunlu olarak gerektirmesi, dumanın ateşi gerektirmesi gibi
meşrut olmak : şarta bağlı olarak gelen, şart kılınan
mü’min : iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
nihayet : son
şart edatı : Arapça’da, Türkçe’deki “eğer, şayet, …se, …sa” kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan edatlar, in, lev, emma gibi
tabir : ifade, deyim
tasdik etme : doğrulama, onaylama
tasvir : anlatım, ifade etme
teferru’ : bir asıldan şubelere vs. ayrılma
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
tereddüt : şüphe
teşa’ub : kısım ve bölümlere ayrılma
zımnî : gizli, örtülü
zira : çünkü
Yükleniyor...